VI. ÇUKURUNDAN KAÇAN | Yılmaz Angay
Gün olur artık gitme isteği de tükenir insanın. Gidecek bir yerin başka bir yerden ya da o yerden farksız olacağı fikri sarar zamanla zihnini. Orada ya da başka yerde… Her yerde aynı hüzün, aynı acı, aynı boşluk… Zihin kapatır zamana kendini. Zamana ve mekana. Alıştığı gibi beyhude kalmaya meyillidir insan. Olduğu yerde durmaya, durduğu yerde kalmaya… İçinde kaçaklar, günahkarlar, ahlaksızlar ordusu. İçinde hepsinin, bildiği ya da bilmediği her veçhesinin tutulduğu bir yeraltı zindanıyla… Ki o zindanın duvarları gün geçtikçe kalınlaşır. Zamanla kapılar duvara duvarlar surlara, surlar koca koca dağlara dönüşür. Ta ki yer üstüyle arasında mesafe kalmayana dek. Tam o zaman kayıkçının kayığı bir sis perdesine çarpar. Yoğun, soğuk, ağır bir sis perdesine. Tam orda zindanın isyanı başlar da artık gidecek yer olmadığı, başka bir imkanın hiç varlığa gelemeyeceği, perspektiften mahrum bir karanlık çağın başladığını idrak eder zihin. Tüm bakış açıları silinir, bildiği yollar sadece tablolarda, bildiği mevsimler ancak romanlarda, filmlerde karşısına çıkar. Yalan hayatı başka ama daha tatlı bir yalanla örtmek ister. İster istemesine de gün gelir o yalan da büyüsünü yitirir. Ortada kalır insan. Boş, beceriksiz bir kafayla.
İşte bu hal sizde zuhur etmemişse, ne kılıç kuşanabilirsiniz cesarete ihtiyacınız olmadan ne de şefkat girecek bir yer bulabilir soğuk kalbinizde. Bu hal içinde bulmamışsanız kendinizi öldürmek ve ölmek hala tartışılacak bir konudur sizin için. Bu halden habersizseniz hala kaybetmekten imtina edeceğiniz sığınaklarınız var demektir. Bu halde olmayanların Tanbaşlar’da bir işi olmaz. Oraya, ancak o perdeye çarpanları kabul ederler. Ancak onlar siste kaybolmayı ya da ne yapmak istiyorlarsa onu yapmayı becerebilirler. Ancak onlar kendilerinin etrafını saran çukurun nemli duvarlarını kaygısızca tırmanabilir, hayata gelebilirler. Eğer halinizi bu cümleler tanımlamıyorsa boşuna gitmeyin Tanbaşlar’a. Çukurunuzda hayat diye bildiğiniz karanlık, ıslak ve yalancı hikayede kalın.
Gün gelir de bir anda oraya gitmeye karar verirseniz hazırlık yapmayı düşünmeyin. Bırakın eviniz barkınız, tasınız tarağınız olduğu gibi kalsın. Hala aklınızda birileriyle vedalaşmak varsa onlarla vedalaşmaya gerek duymayacağınız zamana kadar bekleyin. Çünkü veda, bir vazgeçirme talebi olacaktır. Kendine acıyan birinin bu acımayı başkalarının gözlerinde görme isteğidir. Birilerinin size gitme demesine ihtiyacınız varsa bunu kendiniz yapın kendinize. “Gitme!” deyin rahatlıkla. Atla deve değil nihayetinde. O güne kadar nasıl yaşadıysanız ondan sonra da bir şekilde geçer zaman. Dönün o vakte kadarki hikayenize bakın ve alkışlayın kendinizi. Onunla gurur duyun. Bu çaresizliğin başka nasıl bir avuntusu olabilir? Madem çıkmayacaksınız çukurunuzdan, madem onsuz yapamayacak kadar bağlısınız oraya o halde dürüst olun. Siz oranın bir parçası, o dünyanın bir ürünüsünüz. Bunda utanılacak bir şey yok. Herkes bir değil nihayetinde. Size biçilmiş kaderi sever ve kendinizi ya da hayatı kurcalamaktan vazgeçersiniz, olur biter.
Fakat bittiyse bu çukurla işiniz, tereddüt etmeden Tanbaşlar’ın yolunu tutabilirsiniz. Bir meleğin yeryüzüne düşüşü gibi siz de aniden çıkın yola. Sezgilerinize, ayaklarınıza güvenin. Bir “Haydi” ile başlar yolculuğunuz. Ama aklınızda olsun: Tereddüt etmek sizi hareketten alıkoyacaktır. Şimdiye kadar yaptığınız gibi bu konunun üzerinde çok durmanın faydasını görmeyeceksiniz. Sadece bir “Haydi” ile doğrulun yerinizden. İlerlemeye bakın. Zira ardınızda sizi ilgilendiren pek bir şeyin olmadığını bilen, ilerledikçe kendinize olan saygınız artacağından emin, gönlündeki kuş yuvalı dağılmış birisiniz. Tutup çekmeye çalışan tarihinizi, eskimiş, kokuşmuş ahlakınızı görmezden gelmek zor. Ama bu muhafazakarlığın sizi buralara, bu çukurun en ıslak, küf kokulu, yapışkan mecralarına getirdiğini hatırlayın. Harap olmuş; bir zamanlar şenliklerin, coşkulu sevişmelerin yaşandığı, gün doğumlarında gönlü şakıyan serçelerle doluyken şimdi yıkıntılardan, tenhalıktan, sümsüklükten ibaret bu kentin yalnız gezeri olduğunuzu ve her sabah bu korkunç rüyaya uyandığınızı hatırlayın.
Yaşamla ölüm ikiz kardeştir. Ama ikisi aynı yatağa girmez. Gidin Tanbaşlar’a. Ölümün selamını yaşama, yaşamın selamını ölüme iletin. Tanrının koltuğuna oturmuş şeytanı ve onun adaletine isyan eden tanrıyı görün. Meleklerin şarkılarıyla kendinizden geçin. Cinlerle dans edin. Toprağın altında dönüp duran balıkları besleyin. Hücrelerinizin duvarlarına yaslayın sırtınızı.
Ne olursa olsun, Tanbaşlar’dan döneceğiniz vakti hayal etmeyin. Orada ne yaşayacağınızla ilgili tahminlerde bulunmayın. Sadece yerinizden kalkın ve bir şey yapın. Her tarafınızı sarmış bu çukurdan şikayet ediyorsanız, susun. Ya kalkın yerinizden ya da çukurun dibine bir çukur da kendi ellerinizle kazın ve destansı hikayenizi çukurların duvarlarına haykıra haykıra kendinize ve çukurlara teşekkür edin. Gömün kendinizi oraya. Kendi sesininden başkasını duymayı bilmeyenlere haykıra haykıra…