II. GÖNLÜ MEZAR ÇEKENLER | Yılmaz Angay
Tanbaşlar’a sadece bir kere gider insan. İkinci bir yolculuk olmaz. Oradan dönmek de kolay değildir. Orayla işiniz bittiğinde artık sizin de işiniz bitmiş olur. Köye gelirken girdiğiniz tünelde kendinizi bırakırsınız. Dönerken tünele bir kez daha bakın. Köye gitmekte olan kendinizi göreceksiniz o dalların arasından. Panikle çıkmaya çalışan, çıkmak isterken de oradan ayrılmakta olan şimdiki sizin gözlerine gözlerini dikmiş, dehşet içindeki kendinizi… Köye giden sizin, köyden çıkan sizden korkması normal. Bu tünel zamanının onun kafasını karıştırması da… Ama şimdiki köyü terk eden siz bu tüneli, tünelin açıldığı köyü artık biliyorsunuz. Şimdi siz, tünele ilk kez giren sizin tüm bunlardan, kendini bekleyenlerden habersizken ve normaldir ki kendi suretinizle karşılaşmanın aklın sınırlarını zorlamasının yarattığı korkuyla yuvasından çıkacakmış gibi gözler ve yerinden fırlayacakmış gibi bir yürekle belki de hayatında ilk defa yaşadığı ve varlığı en yoğun hissettiği bu anı bu deneyimi yaşamış biri olarak oradan geçiyorsunuz. Oradan geçerken ya da sonrasında karşılaşacağınız şeyleri bilen biri olarak yolunuza gönül rahatlığıyla devam ediyorsunuz. Ardınızda köy, önünüzde belki yıllar belki günler önce bıraktığınız şimdi kendisini zavallı sözcüğüyle birlikte andığınız hayatınız; attığınız adımların nereye varacağını sorgulamadan ilerliyor, içinizdeki şeytanlarla, ustalarla, serkeşlerle yolunuza devam ediyorsunuz. Adımlarınız daha yavaş, bakışlarınız daha boş, nabzınız düşük… Belki nefes dahi almıyorsunuz.
Köye gidenlerin pek azı köyden geri döner. Köyden ayrılanların çoğu mezarlığı geçmeyi başaramaz. Bu bilgi hep aklınızda olsun. Köyde her ne olduysa oldu… Unutmayın, aklınızdan sakın çıkarmayın. Siz o köye oradan ayrılmak üzere gittiniz. Köyü ardınızda bırakmayı başarmalısınız. Orada olanı orada bırakmayı… Evet artık başka bir siz oldunuz. Evet bazı yükleriniz bazı “benim” dediğiniz şeyleriniz orada kaldı. Ama unutmayın. Siz oraya bir nedenle gittiniz. Oraya dahil olmak için değil. Sakın bu yanılgıya kapılıp da köye yerleşmeye çalışmayın. Zaten bu mümkün değil. Onlardan değilseniz sizi aralarında tutmazlar. Siz hep misafir olarak görülürsünüz. Misafir, misafirliğini bilmeli ve insan her ne kadar beğenmese de zavallılığını kabul etse de sadece kendi hayatında, kendi hanesinde, kendi yurdunda misafir değildir. Hayatınız, biriktirdikleriniz, yaşadıklarınız sizi buraya getirdi. Çünkü onlarla ne yapacağınızı bilemediniz. Çuvalladınız, düştünüz, batırdınız… Ne derseniz. Köydeyken öğrenmişsinizdir: o, sizin hayatınız. Bırakıp gitmek olmaz. Bir kalemde silip atmak, hiç yaşanmamış saymak olmaz. Tutup kollarınızdan ayağa kaldıracaklarını sanarak, başkalarının gözlerinde, dudaklarında, masalarında, gönüllerinde avuntu arayarak, uyuşarak, sızarak, sızlanarak sadece kendinizi oyaladığınızı artık biliyorsunuz. Kendinizi acınası görmekten çok köyde hatırladığınız ustalarınız, şeytanlarınız ve serkeşlerinizle bu anlamsız hayatınızın anlamsızlığına katlanma gücüne erdiğinizi hatırlayın. Yoksa neden bu kadar zaman, çaba?
Tüneli geçip mezarlara kadar gelmeyi başardığınızda aklınız karışabilir. Mezarlara bakıp orada yatanlarla konuşmaya çalışabilirsiniz. Bir çoğu tanıdık gelecektir. Hatta belki bir kaçıyla sohbet etmişliğiniz bile olabilir. Köyde yaşadıklarınızdan sonra bunun olmasını yadırgayamayız. Köyün sizi bırakmak istemediği yanılgısına kapılabilirsiniz. İnsanlar kendi isteklerini başkalarından duymayı severler. Fısıldayan şeytanları dışardan saymayı… O şeytanlarla tanıştınız, kaynaştınız oysa. Bu sizin isteğiniz. Artık bunu anlayabiliyor olmalısınız. İlle de konuşacaksanız kendi ölülerinizle konuşun. Bu mezarların yanından ilk geçişinizde yaşamakta olan ama şimdi kanlar içinde can vermiş kendi suretlerinizle… Kendi ellerinizle derilerini yüzdüklerinize, düşlerinizde diriltip diriltip katlettiklerinize veda edebilirsiniz. İlle de konuşacaksanız kendi ölülerinizle konuşun. Yolcuların çoğu bu noktaya yenik düşer. Burada bir mezar kazarlar kendilerine. Ölülerin arasında bir yer tutarlar. Sanırlar ki; bu mezarlar geldikleri yerden serindir. Sanırlar ki; geldikleri yerin toprağı daha sert. Oysa mezar mezardır. Siz bu karmaşadan galip gelin. Daha önce kendini ziyan etmişlerden olmayın. Diğerleri gibi gömmeyin kendinizi. Bedeninize zihninizin bu kadar hükmetmesine izin vermeyin. Ayaklarınıza bırakın kendinizi. Onlar dönüş yolunu bulacaktır. Artık ne zaman şeytanın ne zaman ustanın ne zaman serkeşin konuşması gerektiğine karar verebilirsiniz.
Her bulduğunuz çeşmeden su için. İhtiyacım yok, susamadım demeyin. Su içinizi temizler. Sizi şimdiyle sonsuz arasında salınmaktan kurtarır. Köprüye gelince karşı yamaca geçmek istemeyeceksiniz. Artık bu defterin burada kapanacağı, bir daha orayla bağ kuramayacağınız düşüncesine kapılmayın. Zira bu defter burada kapanmayacak. Emin olun. Önceki defterler gibi… Kurduğunuz bir bağ varsa onun kopmayacağını da anlamalısınız. Tereddüt etmeden köprüden geçin. O köy arkanızdan gelecek. Köydeyken ardınızdan gelenleri hatırlayın. Alttaki dere hala akıyor merak etmeyin. Her şey siz bu köye gelirken nasıldıysa öyle… Sanki dün gibi, sanki bir an evvel olduğu gibi.
Gelirken gördüğünüz meyve ağaçlarından canınız isteyecek. Ağaçlarda salınan meyvelerden yerseniz köyü, buradaki her şeyi içinize alacağınızı düşünebilirsiniz. Meyvelerin çekirdekleriyle içinizde burayı yeniden yaratmak isteyeceksiniz. Zor olduğuna şüphe yok. Ama yapmayın. Siz zaten tohumlandınız. Sabredin. Onlar fışkıracak, içinizde yeşerecek.
Tarlaları kimin ekip biçtiğini boş verin. İlerlemeye, kendinize gelmeye devam edin. Sizi kışkırtan şeytanlarınızı ustaların dizginlemesine müsaade edin. Ki siz bunu öğrendiniz. Biraz ileride sizi bekleyen harabeler aklınızın bir yerinde zıplayan küçük fil yavruları gibi kendini size hatırlatıyor olacak. Onlara yaklaştınız. Harabeler birazdan çıkacak karşınıza. Oradaki tepeliğe çıkıp manzaraya son bir kez bakmak isteyeceksiniz. Bir veda gibi. Bir kabul, son bir mühür gibi… Sanki oraya çıkmazsanız içinizde bir kapıyı açık unutmuş, bir şarkının son ölçüsü dinlenmemiş, bardağın dibindeki son yudumu içemeden bardak önünüzden alınmış gibi hissedeceksiniz. Bir yandan da harabelere tekrar girmek gözünüzü korkutacak. Korkmayın. Siz zaten harabelerinizle buradasınız. Onları geride bırakmak değil yaptığınız. Onların arasında dilediğinizde, korkusuzca dolaşabilmeyi becerebiliyorsunuz. Yıkık bu kentin sokaklarında daha önce de dolaştınız. Tekrar ve bilerek dolaşın. Ki daha sonra defalarca dolaşacaksınız. Bu harabelerde kayboldunuz daha önce… Dikkatli bakarsanız ayak izlerinizi görebilirsiniz. Çıkın o tepeliğe. Bu kez hayal etmenize gerek yok orda daha önce yaşananları. Zaten biliyorsunuz. Tepeden doğuya doğru bakın yine. Düşündüğünüzden daha büyük görünen, göründüğünden de büyük olan bu eski şehri, şehrin arasından akan dereciği, ilerisine uzanan tarlaları, devamındaki dağları, dağların üstündeki ne zamandan kaldığı belirsiz kar kitlelerini, bulutları ve belki ötesini… Seyredin. İlk defa bakıyormuş gibi… Tepenin serinliği, manzaranın yüceliği sizinle. Yumun gözlerinizi. Dinlenin biraz. Göreceksiniz, şeytanlar ve diğerleri yanınızda değil. Onlar yol kenarında sizi bekliyor. Siz şimdilik bu ıssızlığın tadını çıkarın. Onlar gerektiğinde çağıracak sizi, yola döndürecek tekrar.
Fotoğraf: Numan KOÇ
Dizinin 3. Bölümünü için tıklayın: