OLANAK-SİZ | Ferit Edgü
Son bir öykü anlatacağım.
(İster dinleyin ister dinlemeyin.)
Son olarak
bir öykü.
En son
ve bambaşka bir öykü
deneyeceğim.
Yazarak anlatmayı deneyeceğim.
(İster okuyun ister okumayın.)
Hiçbir öyküsü olmayan bir öykü.
Anlatırken ya da yazarken oluşan bir şey. Öyle geliyor.
Ve başka bir kişinin, başka bir şeyin başından geçen.
Belki bir serüven.
Birinin ya da bir şeyin başından geçmiş, geçen ya da geçecek.
Çünkü
artık
kendimden
söz
etmekten
yoruldum.
Öyleyse tanıdık birini, bildik bir şeyi bulmalı. Ya da bir gün
tanıyacağım, bileceğim birini. Onun ağzından anlatmalı:
Ben, bir gün…
Ya da ben, onu anlatan:
Bir gün, o…
Yada:
Bir gün, onlar…
Ben bir aracı(anlatan) mıyım?
Öyleyse garip, şaşırtıcı bir öykü anlatacağım.
Bir kış gecesiydi. Ocağın çevresinde toplanmışlardı…
Hangi kış gecesi? Hangi ocağın çevresinde? Nerde? Kimler?
Geç!
Bir gün yolda giderken kaplumbağaya rastladı.
Hangi yolda giderken? Kim gidiyordu? Ne zaman? Karnı aç mıydı, tok muydu? İş aramak için mi dolaşıyordu, hafta sonu gezintisi için mi? Giysileri nasıldı? Dışardan mı gelmişti? Yerlisi miydi kentin? Neden kaplumbağaya rastladı? Niçin bir köşkün havlayan azgın köpeğine değil?
Geç!
İskemlenin öyküsünü anlatayım mı?
Anlat!
Yağmurlu bir gündü. Üşüyordum. Geldi, çekti beni. Üstüme oturmak istedi. O koca, ağır kıçıyla. Yüzüme bakmadan. Yıllar yılı babasının kıçına dayandım. Artık ona dayanasım yok. Babasının ağırlığından hasırlarım harap olmuştu. Bir örücüye verip ördüreceklerine, üstüme, gelişigüzel bir kontrplak kesip çakmışlardı. Üstüne bir minder bağlamışlardı. İçi pamuk dolu. Sidik kokulu. İğrenç bir minder. Çiçekli kadifeden. Çiçekleri solmuş. Gelip götünü konduracak üstüme. Bıktım, istemiyorum. İnatla oturmak istiyordu. Ben kaçıyordum. Beni tutup yerden yere vuruyordu. Ama dört ayağımın üstüne doğrulttuğunda kaçıyordum. Bir filmde görmüştüm. Oturtmayacaktım. Bu hiçbir şeyi sevmeyen koca götü. Çok kızdı. Kendine kızıyordu, ama yerden yere vurduğu bendim. Oturtmadım şişko domuzu. O da beni tüm gücüyle yerden yere çalıp darmadağın etti. Onurumla binbir parçaya ayrıldım. Sonra yaktı beni. Kül oldum. Külümü yele savurdular.
Şimdi bir de öbürünün ağzından:
Puşt iskemle. Çürümüştü. Otursan oturamazsın. Kırılır. Sanki altımdan kaçıyordu. Ve bana hep beni döven babamı ansıtıyordu. Çünkü hep babam otururdu, tüm ağırlığıyla bu iskemleye. Bir gece sarhoştum. Kar yağıyordu. Üşüyordum. Ve evde yakacak bir şey yoktu. Yere çaldım. Kırdım. Üstüne bir şişe gaz boca edip minderiyle birlikte ocakta yaktım, ısındım.
Anlatacağın öykü bu muydu düş yoksunu?
Hayır. Ama o oldu.
Dağarcığında başka bir şey yok mu?
Dağarcık mı? Ne dağarcığı?
Bilmiyorum, her yazarın bir dağarcığı olmalı.
Dilersen bir mektup yazayım.
Kime?
Kime dilersen.
Mektup yazılacak kim var?
Sen söyle.
Sevgiline yaz.
Çoktan soldu.
Dostlarına yaz.
Tüm dostlarımı unuttum.
Ne acı!
Dırlanma! Şu iğnemi yap!
Bunadın değil mi?
Beni bırak, iğnemi yap!
Acını dindireceğini mi sanıyorsun?
Hayır, acımı dirilteceğini sanıyorum.
İndir donunu! – Oldu mu?
Teşekkür ederim.
Hadi yaz!
Yazıyorum ya!
Ne yazıyorsun?
Yazımı.
Yazdığın ne?
Bir belge.
Kime ait?
İnsanlığa.
Saçmalama!
Böyle sürdüremem.
Daha başlamadın bile.
Başlamayı böyle sürdüremem.
Öyleyse bitir!
Okura karşı ayıp olmaz mı?
Ah, şimdi bir de okuru mu düşünmeye başladın?
Hangi okuru?
Bir okuru. Herhangi bir okuru. Adını bilmediğin bir okuru.
O okur için yazdığını söylemeyeceksin umarım.
Hayır, söylemeyeceğim.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Yazmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Kurtulmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Anlatmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Susmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Kusmak için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Mutlu günler için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Bilinmek için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Umutsuzluğu yenmek için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Güçlüğü yenmek için.
Öyleyse niçin yazıyorsun?
Çünkü
için –
yazıyorum.
1967
Ferit Edgü, Bir Gemide
Sel Yayıncılık 1.Baskı 2014, Sayfa 75-78