SABAH YÜRÜYÜŞLERİNDE BULUŞMA; CEMİL KAVUKÇU İLE SÖYLEŞİ
Öykü için Cemil Kavukçu nasıl tanımlanır? Bir öykücü olarak Cemil Kavukçu’yu nasıl tanımlardınız…
Gördüklerine, çevresinde olup bitenlere öykü malzemesiymiş gibi bakmayan biri. Öyküyü arayan, kovalayan değil de sabırla bekleyen biri. Öykü/kedi benzerliğini kendi dünyası için şöyle tanımlar: Bir kedi kendini sevdirmek istiyorsa yanınıza sokulur, başını ayağınıza sürter. İstemiyorsa siz onu sevmeye kalktığınızda ya kaçar ya tırmalar. Öykü de öyle, gelip size kendini yazdırmasını bekleyeceksiniz. Kovalarsanız kaçar.
Kahramanlarınızın gerçek hayatla ilişkisi nedir? Onların hayatta birebir karşılığı var mıdır? Onlar ne kadar Cemil Kavukçu’dur?
Kahramanlarımın birçoğunun gerçek hayatla ilişkileri vardır, ancak birebir karşılıkları yoktur. Örneğin deniz öykülerimde gemide tanıdığım birçok kişi kendine ait izler bulabilir ama hiçbiri “işte bu beni” diyemez. Benim yarattığım kişilerin de yaşamda karşılığı varmış gibi algılanmasını, sahici olmalarını istiyorum. Herbirinin içinde bir tutam Cemil Kavukçu vardır, sonuçta onlar benim düş dünyamda oluşuyor.
Kahramanlarınız ve hikâyeleriyle hangi aşamada tanışıyorsunuz? Kurgu, yaşanmış bir geçmişin izini sürmek… Siz öykülerinizi nasıl yazıyorsunuz? Oturup her sabah masa başında bir öykü bitirenlerden misiniz, yoksa bulduğu her fırsatta peçeteye bile işleyenlerden mi? Yazma’nın öbür tarafı dediğimiz dünyanızı merak ediyorum açıkçası.
Öykü hiçbir zaman bütün olarak çalmıyor kapımı. Ona ait bir sahne, bir yüz beliriyor önce. Onun öyküye ait bir parça olduğunu biliyorum ama kurgunun neresinde yer alacağını o anda bilmiyorum. Gözümün önüne geleni yazıyorum. Kağıt ve kurşun kalem kullanıyorum. Bütün bunlar tanık olduğum ya da yaşadığım hayatın içinden çıkıyor. Ama değişerek kurgunun gerçeğine dönüşüyorlar. bunu yapamazsanız anlattıklarınız yaşam tutanağı ya da öznel anlatılar olmaktan öteye geçemez. Bir oturuşta baştan sona yazamıyorum. Bir öyküm değişik zamanlarda aldığım notlarla oluşuyor. Yazma coşkusunu duyduğum anda masanın başına geçiyorum. Ama bu genelde kısa süren bir coşku oluyor. Kalemin durduğu bir nokta var, oraya kadar yazıyorum. Böyle yazılmış birçok minik notum var. Arada onları okuyorum. Birbiriyle ilintisi olabilecek iki metin birleşip yeni bir bütün oluşturuyor. Kartopunun yuvarlandıkça büyümesi gibi. Finali bulduğumda müthiş bir rahatlama oluyor. Kaba inşaat bitmiştir, artık ince işçiliğe geçebilirim. O zaman da bilgisayarı kullanıyorum. Her gün masanın başına oturup yazanlardan değilim. Öykünün ince işçiliğinde masaya geçiyorum. Öykülerimin çoğuyla uzun sabah yürüyüşlerinde buluşmuşumdur.
Cemil Kavukçu öykülerinde biz bazen bir karakter olarak bir anda bir karga, bir ayı yada bir at ile karşı karşıya kalabiliyoruz. Sizin için doğanın parçası olan diğer varlıklarda en az insan kadar önemli sanırım. Bu durumun sizdeki karşılığı nedir tam olarak? Örneğin, Aynadaki Zaman‘daki martı ile nasıl buluştunuz?
Doğadaki bütün canlılar önemli benim için. Her şeyi öğrenebileceğimiz en büyük okul doğa. Onun tahrip edilmesi karşısında büyük üzüntü duyuyorum. Martı benim için beyaz kargadır. Uzun yıllar gemide çalıştım (15 yıl), kargalar kadar olmasa da onları gözlemleyebilme fırsatım oldu. Şarkıların, şiirlerin konuğu olan bu kuş oldukça yırtıcı ve ürkütücü aslında.
Başkasının Rüyaları adlı kitabınızdaki “Çiçekler” öykünüzde davranışların görülenle görülmeyen boyutlarını ele alıyorsunuz, bu öykünüzün ana karakteri, “yazar” şimdi nerede? Ne yapmakta? Ne söylemekte?
Bana o öyküyü yazdıran, görünenlerin göründüğü gibi olmadığı düşüncesi oldu. Ortada bir buket çiçek var ama yazarın ona bakışıyla çiçekçinin bakışı çok farklı. Yazarın konuk edildiği okulun bir öğrencisinin onu çiçekçiye girerken görmesi olasılığı ise çok farklı bir algının altını çiziyor. Yazar hâlâ o öykünün içinde ve hep orada kalacak.
Öykü ve öykücüler için dergicilik önemli bir anlam taşır, görünürlük ve keşfedilmek için. Bazen de bu dergilerde farklı disiplinlerde pek çok sanatçı yan yana gelebiliyor.
Peki öykünün, öykü yazarının bu masadaki yerinden memnun musunuz? Günümüz dergileri yayınları buna yeterince alan açıyorlar mı sizce?
Şairler ve öykücüler için dergiler çok önemli. Eski kuşak yazar ve şairlerin deyişiyle dergiler birer okuldur. Dergi pratiğinden geçmemiş bir öykücünün doğrudan kitabıyla edebiyat dünyasına adım atması günümüzde mümkün ama özellikle öykü okurunun ilgisini çekmesi pek kolay değil. Bugün yayımlanan çok sayıda dergi var. Amatör dergilerin heyecanını da çok seviyorum. Dergiler coşkulu, kıpır kıpır bir yazın dünyası seriyor önümüze.
Yazarın yalnızlıkla nasıl bir ilişkisi vardır? Kaleminiz, kağıdınızla kavgalarınız olur mu hiç? Yaşamınızın bu yanından hiç pişmanlık duydunuz mu?
Yazarın yalnızlığı, onun tercih ettiği, bundan yakınmadığı bir yalnızlıktır. Çünkü günlük yaşamdan yaratcılığın dünyasına geçmek bir alemden başka bir aleme gitmek gibidir ve bunun için de yalnızlığa gereksinimi vardır. Kağıdımla kalemimle kavgalarımız olmaz da arada sessizce birbirimize küseriz. Sonra gün gelir barışırız. Yaşamımın bu yanından hiç pişmanlık duymadım.
Bir zamanlar küstüğünüz yazına Hasan Ali Toptaş’ın size hitap ettiği, “Neredesin Gringo” öykü başlığıyla karşılaşmasaydınız yazmama kararınız bugün de devam ediyor olur muydu yoksa bir kez yaşanmışsa o duygu elbet bir gün yine bulur muydu sizi?
Uzun ve kararlı bir küslük gibiydi ama içten içe de bir meyil varmış diye düşünüyorum. Bugüne kadar devam etmezdi sanıyorum. Hasan Ali’nin öyküsü yazmaya tekrar dönmemi öne çekmiş oldu.
Avrupa’daki okurların kütüphanelerine, ellerindeki kitaplara baktığımızda daha çok romanla karşılaşıyoruz. Bizim coğrafyamızda ise roman her ne kadar yerini korusa da okurun daha çok öykü ile içiçe olduğu gözlemleri var… Edebiyatımızda öykü ve öykücünün her zaman başka bir yeri vardır. Siz bu konuyu nasıl değerlendirirsiniz?
Öykücülüğümüzün çok iyi bir yerde, hatta romanın da ilerisinde olduğu kanısındayım. 1980-1990 arası uzun sayılabilecek bir duraklama dönemi yaşadıysa da 90 sonrası hızla toparlanarak, çok sayıda genç öykücünün de katılımıyla güçlenerek yoluna devam etti, ediyor. Jonathan Culler, “Yaşam, neden ve sonuç ilişkisi üzerine temellenmiş bir mantığı değil, öykünün mantığını izler” der ve olaylardan olası öyküler aracılığıyla anlam çıkardığımızı ifade eder. Sonuçta, romana göre yaşamla çok daha iç içe bir tür öykü. Ancak, yazarın bilinçli olarak bıraktığı boşluklar ve romanda olduğu gibi bir sona bağlanmaması, açık olması nedeniyle daha fazla okur katkısı gerektirir. Popülizme kapalıdır. O nedenle çok satan romanlar vardır ama çok satan öykülere yok denecek kadar az rastlanır.
Yazar Cemil Kavukçu’nun başucunda duran öykücüleri var mıdır? Severek ve merakla okuduğu öykücüleri var mıdır?
Öykü yazmaktan çok öykü okumayı seviyorum. Başucu yazarlarım, dönüp dönüp okuduklarımın sayısı bir hayli kalabalık. Hepsini burada sıralayamam ama ön sırada yer alanlar şöyle, dünya edebiyatından, Çehov, Hemingway, John Cheever. Raymond Carver, Katherine Mansfields, Julio Cortazar, Alice Munro, Antonio Tabucchi, Calvino… Bizim edebiyatımızda Sait Faik, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Tomris Uyar, Vüsat O’Bener, Füruzan, Mehmet Günsür, Ayfer Tunç, Faruk Duman. Daha yeni imzalardan Fadime Uslu, Neslihan Önderoğlu, Emir Çubukçu, Özlem Yılmaz’ı sayabilirim.
Tuğçe Yaşar
(Kasım, 2017, İstanbul – Paris. İlk kez yayımlanmaktadır.)