22 Aralık 2024
İncelemeÖNE ÇIKANLARSinema

‘CEVHER’; FİLMİN “DAHA İYİ BİR VERSİYONU” MÜMKÜN MÜYDÜ? | Caner Bingöl, Dilâra Caner

Dilâra Caner & Caner Bingöl


TV’de sabahları bir aerobik programı yapan ve kariyerinde Oscar Ödülü de bulunan Elizabeth Sparkle (Demi Moore) 50’sine merdiven dayamış bir aktristir. Gösteri dünyası “genç ve güzel” yeni alternatifler aradığı için Oscar ödüllü Sparkle, başarılarla dolu kariyerine rağmen artık gözden düşmüştür. Kendisine uygulanan bu muamelenin etkisinde kalan Elizabeth yaşını ve aynadaki görünüşünü sürekli takıntı haline getiren bir kadına dönüşür. Öz beğenisini yitirmeye ve kendine olan güvenini kaybetmeye başlar. Tam da o sırada cebinde illegal bir ilaç reklamı bulmasıyla hayatı farklı bir yöne doğru gider.

“Hiç kendinizin daha iyi bir versiyonunu hayal ettiniz mi?” 

Bu sorunun cevabı “madde/cevher” adı verilen ilaçta gizlidir. Bu ilaç kendi bedeninden daha iyi, daha mükemmel (yani daha genç ve güzel) bir versiyonun üretilebileceği gizemli bir ilaçtır. Damarlarına bu ilacı enjekte eden Elizabeth kendinden Sue (Margaret Qualley) adında bir ben daha yaratır. Sue şöhret basamaklarını hızla tırmanır, reytingleri altüst eder ve en nihayetinde gösteri dünyasının en prestijli programı olan yılbaşı programının sunuculuğunu kapar.

“Unutma ikisi de sensin”

Bu 2 kadın aslında aynı kişidir fakat ilacın talimatında bir kural vardır. Elizabeth yaşamı 1 hafta Sue, 1 hafta Elizabeth olarak deneyimleyecektir. Eğer bu kural bozulursa biri diğerinin hayatından çalacaktır. Kariyerinde zirveyi gören Sue hırslarının etkisiyle 1 hafta dönüşümlü kullanması gereken ilacın süresini uzatarak Elizabeth’in hayatından (dolayısıyla kendi hayatından) çalarak hayatına devam etmeye karar verir. Sonrasında vücudunda bozulmalar yaşayan ve canavarlaşan Elizabeth de Sue’ya savaş açar. Böylece birbirini öldürmeye çalışan iki benliğinin çatışmasını izleriz.

Coralie Fargeat’in yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı “The Substance (Cevher)” 77. Cannes film festivalinde en iyi senaryo ödülüne layık görüldü ve ödül töreninde 13 dakika boyunca ayakta alkışlandı. Senaryonun alt metninde bir modern estetik anlayışı eleştirisi, kişisel olarak da kariyeri başarılarla dolu bir insanın yaş almakla gelen değersizlik hissiyle imtihanı ve bir yandan da sektörün/toplumun patriyarkal yapısının kadına adeta bir vitrin objesiymiş gibi bakışını eleştiren güçlü bir yan bulunuyor.

Tüm bunları distopik bilimkurgu ögeleriyle birleştiren, izleyiciyi hem gerçeklikten koparıp hem de gerçekliğin tam ortasına bırakan, zamansal geçişkenliklerle zihinleri esneten, şok edici dehşetli sahneleriyle de izleyicide de o tiksintiyi yaratarak hikayenin etkileyici yanını yükselten bir senaryo örneği hakikaten de.

Coralie Fargeat bir röportajında ödüllü senaryoyu 40 yaşına girdikten sonra, eskimişlik ve yetersizlik duygularıyla boğuşurken yazdığını söylüyor:

Artık kimseye faydalı veya ilginç olmayacağım yaşa geldiğime dair büyük düşüncelerim vardı. Bu düşüncelerin şiddeti o kadar güçlüydü ki bununla ilgili bir şeyler yapmam gerekiyordu; aksi takdirde beni tamamen mahvedecek ve ezecekti.”

Buradan da anlıyoruz ki Coralie Fargeat da Elizabeth Sparkle ile aynı duyguları paylaşan bir kadın. Sektörün içinde yer alan bir kadın olarak da gözlemlediği veya deneyimlerini dinlediği kadınlardan yola çıkarak bu senaryoyu yazmış olma ihtimali bir hayli yüksek.

Filmin “Daha İyi Bir Versiyonu” Mümkün müydü?

Yönetmen koltuğunda da Coralie Fargeat’ın kendisi var. Yazdığı senaryoyu ete kemiğe büründürürken anlatmak istediği şeye odaklanmak yerine anlatmak istediği şekle daha çok odaklandığını söyleyebiliriz. Filmde şiddet, beden teşhiri barındıran sahnelerin abartısı dikkat çekiyor. Aslında yönetmenin bunu bir stil olarak yaptığını anlıyoruz bir yere kadar ve yarattığı duygu izleyiciyi filme daha fazla çekiyor aslında. Bu konuyla ilgili bir röportajında da şunları söylüyor Fargeat:

“ Ve tabii ki, filmin gerektirdiği çıplaklık seviyesini tartıştık. Senaryo oldukça açıktı ve her sahneyi ayrıntılı olarak yazdım, bu yüzden her şeyi önceden konuştuğumuzdan emin olmak istedim – özellikle her sahnenin ardındaki anlam, böylece hiçbir şeyi gereksiz hissettirmeyecekti. Benim ve onun için en önemlisi, bu sahnelerin amacını kavramaktı – çıplaklığın filmin amacına nasıl ve neden hizmet ettiği, kendi bedenlerimizle olan kırılganlığımızı göstermenin bir yolu olduğu ve banyoda yalnızken veya kameranın önünde Sue olduğunuzda ve herkes kıçınıza baktığında ete bakış şeklimizin ne kadar farklı olabileceği.”

Ama bunu yaparken eleştirdiği şeyin istemeden de olsa kendisine dönüşebilme riski üzerine düşünmediğini anlıyoruz. Karakterin banyodaki aynada kendine baktığı sahne, yönetmenin söylediği gibi bir sorgulatma yaratabilecek nitelikte fakat gösteri merkezli sahnelerde seyirciye birkaç kere zaten gösterip anlattığı şeyi filmin sonuna kadar tekrar tekrar göstererek anlatmaya çalışması, sahnelerin altındaki eleştirel anlamın ne yazık ki kaymasına sebep olmuş. Bunun yanında kamera kullanımını da bir detay olarak konuşmak durumundayız. Show sahnelerinde dans eden kadın bedenlerine bölüm bölüm yaptığı zoomlara, aynı teknikle çekilmiş Sue ve partnerinin cinsel birliktelik yaşadığı sahne de ekleniyor. Kameranın bedenin belirli bölümlerine yakın çekim yapmasında ve bunun tekrarla kullanılmasında başka bir tuzak yatıyor. Pornografide sıkça uygulanan bir teknik olan yakın çekimler sebebiyle, kamera dikizci ve gözetlemeci bakışın kendisi oluveriyor. Her ne kadar Coralie Fargeat yukarıda bir röportajından alıntıladığımız cümlelerle tam aksini anlatmaya çalıştığını ifade etse de. Filmi izlerken akla Laura Mulvey ”Görsel Haz ve Anlatı” adlı makalesindeki ifadeler geliyor. Laura Mulvey makalesinde* kadın bedeninin teşhiri ve izleyiciler bağlamında bir meseleye dikkat çeker: 

“Cinsel dengesizliğin yönettiği bir dünyada, bakmadaki haz, etkin/erkek ve edilgin/dişi arasında bölünmüştür. Belirleyici erkek bakışı kendi fantazisini, uygun biçimde şekillenmiş dişi figüre aktarır. Geleneksel teşhirci rolleri içinde kadınlar, bakıla-sılık mesajını veren, güçlü görsel ve erotik etki amacıyla kodlanmış dış görünüşleriyle aynı anda hem bakılan hem teşhir edilendir. Cinsel nesne olarak teşhir edilen kadın, erotik temaşanın ana motifidir.”

Marilyn Monroe’nun The River of no Return’de (Dönüşü Olmayan Nehir) ve Lauren Bacall’ın ‘To Have and Have Not(Sahip Olmak ya da Olmamak) filmlerini değerlendirirken de şöyle der;

“…Benzer biçimde, bacakların (örneğin Dietrich’inkiler) ya da yüzün (Garbo) alışılmış yakın çekimleri, anlatıya farklı bir erotizm katar. Parçalanmış bedenin bir parçası, Rönesans uzamını, anlatının gereksindiği derinlik yanılsamasını yok eder; perdeye gerçekmişgibilik kazandırmaktan çok, bir düzlük, kesilip çıkarılmışlık ya da ikon niteliği verir…”

‘Feminist Body Horror’ mu?

Yönetmen, abartıyla her şeyi daha çarpıcı hale getirmeye çalışırken, kadın bedeninin nesneleştirilmesi ve bir görsel haz unsuru halinde sunulması konusunda filmi tam da eleştirdiği şeyin kendisi yapmaktadır ve yönetmenin asıl niyetinin o olmamasının bir anlamı kalmamaktadır. Feminizmin konusu olan meselelerin bir filmde işlenmeye çalışılması ne yazık ki o filmi ana akımda bahsedildiği gibi tek başına “feminist bir film” yapmıyor. Dolayısıyla böylesi bir değerlendirmeyi konunun nasıl ve ne şekilde işlendiğinden bağımsız bir şekilde yapmak çok eksik ve hatalı kalmaktadır.

Abartıyla anlatma yolu, bilhassa bu konuda yönetmeni tuzağa düşürse de pek çok yerde de amacına ulaşmıştır. Erkek Medya patronunun ağzından yağlar damlarken konuşması ve Elizabeth Sparkle’a artık emekliye ayrılması gerektiğini söylerken adamın ağzına yakın çekim yapılması Elizabeth’in duyduğu tiksintiye benzer bir tiksintiyi izleyicide de güçlü bir şekilde hissettirir.

Bir diğer çarpıcı sahne de filmin kanla boyanmış epik finalidir. Elizabeth’in her yerinden kafa çıkan ve mutasyona uğramış, yaratığa dönüşmüş bedeniyle Sue’nun yerine sahneye kadar gelmesi ve filmin kana bulanan finaliyle toplumun dolayısıyla sistemin/sektörün estetik anlayışı resmen bombalanır. Bu hissi veren yine aynı tekniktir ve bu his seyirciye güçlü bir şekilde geçmektedir.

Film hakkında söylenilebilecek şeylerden biri de filmin birkaç karakterin etrafında şekillenmesidir. Fazlasına da ihtiyacı yoktur esasında çünkü her bir karakter bir toplumsal bakışın prototipi olarak karşımıza çıkar. Prototip olarak çizildiğinden midir bilinmez, filmde karakterlerin çarpıcılığını hisseder fakat derinliğini göremeyiz. Sue yetenekleriyle değil bedeniyle değerlendirilip gösteri endüstrisi için yeni bir tüketim nesnesine dönüşürken, Elizabeth’in patriyarkal düzenin içinde sıkışmış karakteri, kendi kimliğini ve varoluşunu sorgulamaya başlar. Elizabeth’in psikozunu çok iyi anlar ve algılarız ama gönül isterdi ki bu ruh halinin altında yatan hikayeyi biraz daha dinleyelim ve görelim. Bu derinleşmenin olmaması filmi maruz kalan ve maruz bırakanın çarpışmasından öteye götürememektedir. 

Bu çarpışma zekice, yaratıcı ve sıra dışı işlenmiş olmasına rağmen… 

Nihayetinde, iyi niyetli, politik bir bakış geliştirme ve bunu izleyicisiyle paylaşma gayesi olan Cevher gibi filmler elbette ki sinema tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Genel itibariyle filme yönelttiğimiz ince eleştirilerimiz dışında filmi başarılı bulduğumuzu söyleyebiliriz fakat değindiğimiz detayların da dikkate değer olduğu kanısındayız. Bu filmdeki tema gibi hassas konulara bakış açımızı belirlerken dikkatli bir denge kurmak oldukça faydalı olacaktır. Bu hassas dengenin terazisinin bir kefesinde yönetmen/yazar/film ekibi dururken, diğer kefesinde izleyici durmaktadır. Toplumun bütün damarlarına sirayet etmiş bir konuyu ele alırken yönetmenin ve onu değerlendiren izleyicinin kendine dönük bir sorgulama içinde de olması faydalı olacaktır. Dolayısıyla durduğumuz ve değerlendirdiğimiz noktanın dışarıdan ve yukarıdan bakan bir yerden olmaması önem kazanır. 
Ne yönetmen, ne yazar ne de izleyiciler toplum dediğimiz şeyden azade değildir. Bahsi geçen tuzak bakış açıları her an hepimizin uyanık olmadığımız sürece düşebileceği tuzaklardır. 

Son olarak şunu da eklemek gerekir ki, yönetmenlerin, yazarların meseleleri daha derinlemesine ve detaylı düşünmeye ihtiyacı varken; biz izleyicilerin ise idealize etmeden, kahramanlaştırmadan, konuya/yaklaşıma etraflıca bakmaya, eğriyi de doğruyu da gören gözlere ihtiyacı vardır.

 

 

Kaynak:
* https://www.cinerituel.com/gorsel-haz-ve-anlati-sinemasi-laura-mulvey/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir