İKİ KIRINTI | Andrey Platonov
Bir zamanlar iki Kırıntı yaşardı. İkisi de küçük, ikisi de karaydı ama farklı babalardan dünyaya gelmişlerdi: biri Ekmekten, diğeri Baruttan. Bir sakalın içinde yaşarlardı, sakal avcının suratında bitmişti, avcı ormanda çayır çimen üzerinde uyur, önünde de köpeği pineklerdi. Avcının ekmeğin içini yemesi, sonra tüfeğini doldurması, sonra eliyle sakalını düzeltmesiyle başladı hikâye; iki Kırıntı böylece düştü avcının avucundan ve sakalına yerleşti. Öylece yan yana yaşayıp gidiyordu iki Kırıntı; işleri yoktu, dertleri yoktu, böbürlenmeye başladılar.
“Ben,” dedi Baruttan olan Kırıntı, “güçlüyüm, korkuncum, ben ateşim, bütün dünyayı tutuşturacağım! Ya sen?” diye sordu.
Şöyle cevapladı onu Ekmek Kırıntısı:
“Ben de insanı doyururum.”
“Doyur,” dedi ona Barut Kırıntısı, “ama bakarsın ben insanı da tutuşturuveririm!”
Ekmek Kırıntısı ona, “Yok ya!” dedi. “İnsan aklını Ekmekten alır, aklıyla da ateşi bile yener! Bense ekmek kızıyım: Demek oluyor ki senden güçlüyüm!”
Parladı bunu duyan Barut Kırıntısı:
“Ne olmuş sen daha güçlüysen,” dedi, “ben de daha kötüyüm.”
“Madem benden daha kötüsün,” dedi o zaman Ekmek Kırıntısı, “ben de senden iyiyim o halde.”
”Gel hadi gücümüzü deneyelim,” dedi Barut Kırıntısı. “Şimdi bir parlarsam seni de yakarım insanı da! Kim daha güçlü sayılacak o zaman?”
“Beni yenersin,” diye yanıtladı Ekmek Kırıntısı, “ama insanın hakkından gelemezsin!”
“İnsan uyuyor ya işte,” dedi diğer Kırıntı, “onu da alt ederim. Bak hele nasıl parlayacağım!”
“Bekle bir, yanma,” diye rica etti Ekmek Kırıntısı.
“Önce ben deneyeyim gücümü.”
“Olmaz, önce ben!” diye bağırdı Barut Kırıntısı.
“Hayır, ben!” dedi Ekmek Kırıntısı.
“Şimdi tutuşturacağım seni ateşle!”
“Ben de insanı uyandırırım!”
“Ben de yakarım onu!”
“Yok ya! Senden güçlü ki o!”
Bu sırada Barut kırıntısı daha yakından, daha iyi tutuşturabilmek için Ekmek Kırıntısına doğru kaydı. Ekmek Kırıntısı ondan uzaklaşıp uyuyan avcının gözüne vardı, gözü örten kapağı gördü, çıktı üzerine gözkapağının, orta yere oturdu. “Eh diye” düşündü, “ne edeceğim ben şimdi?” Bir serçe ilişti gözüne. Serçe oturduğu daldan Ekmek Kırıntısına bakıyor, onu gagalamak istiyor ama insandan korkuyordu.
“Ye beni,” diye rica etti Ekmek Kırıntısı, “yumuşağımdır.” “Ne diye ateşte yanayım,” diye düşünüyordu, “serçeyi beslerim daha iyi.”
Cesaret bulan serçe daldan kalktı ve avcının alnına kondu. Avcı serçeden uyandı, gözünü açtı, Ekmek Kırıntısını gözkapağından aldı, baktı ona, ağzına atıp çiğnedi: Boşa gitmesin nimet. Serçeyse ekmek zannettiği Barut Kırıntısını bir çırpıda yiyiverdi ve korkudan göğe uçtu.
O sırada Ekmek Kırıntısı insanın içine girdi, onun kanına dönüştü ve kendisi de insan oldu. Barut Kırıntısıysa serçenin içinde tutuştu; serçe ateşten pişerek yere düştü.
Avcı önündeki çimene pişmiş bir serçenin düştüğünü gördü, onu köpeğine verdi. Köpek serçeyi yedi ve göğe baktı: Bir pişmiş kuş daha düşmez miydi ki oradan?
Ekmek Kırıntısıysa artık İnsanla bir yaşıyordu, gülümsedi ve “Tüm dünyayı tutuşturmak istiyordu, anca bir serçeyi pişirdi!” dedi.
Böylece sonuçlandı uyuyakalmış insanın sakalındaki iki Kırıntının kavgası.
Rusçadan Çeviren: Günay Çetao Kızılırmak
Muhteşem Vahşi Dünya, Metis Yayınları, Eylül 2014