‘ÇİZGİDE BİR KUKLA’; VİLDAN KÜLAHLI TANIŞ İLE SÖYLEŞİ | Caner Bingöl
Yayın mecramızda sizi ağırlamaktan mutluluk duyuyoruz, hoşgeldiniz.
Sizinle tanışıklığımız 6 Şubat depremi sonrası bir dayanışma organizasyonu vesilesiyle olmuştu. O esnada öykülerinizle henüz tanışmamıştım. Mart 2023’te ilk kitabınız ‘Çizgide Bir Kukla’ basılınca kitap vesilesiyle öykülerinizle de tanış oldum. Öncelikle söyleşi talebimizi ilettiğimizde bizi kırmayıp davetimize icabet ettiğiniz ve kıymetli vaktinizi bu söyleşiye ayırdığınız için yayın kolektifimiz adına teşekkür etmek isterim.
Sizinle kitaba ve öyküye dair soru/cevap faslında biraz daha etraflıca konuşacağız elbette ama ilk önce editör sıfatımı bir kenara bırakıp bir okurunuz olarak ‘Çizgide Bir Kukla’yı okuma serüvenimi ve bende yarattığı ilk izlenimlere dair öznel fikirlerimi paylaşmak isterim.
Kitabı okuma serüvenim kitapla kurduğum ilişkide belirleyici olduğu için biraz ondan da bahsetmek isterim. Çantamda taşıdığım kitabı kısacık öğlen molalarımda Atakule’nin dibinde bulunan Botanik parkta yüzüme kış güneşi vuruyorken açık hava okumalarıyla bitirdim. Bünyeme öykülerin enerjisini bol oksijen ve D vitaminiyle birlikte aldım. Ankara’da doğduğunuzu ve ilk ve ortaöğreniminizi burada tamamladığınızı öğrendiğim için bu ufak Ankara ayrıntısını sizinle paylaşmak istedim.
Kim bilir belki de karakterleriniz buralarda doğmuş, buralarda büyümüştür. Bende okurken öykülerdeki karakterlerden biriyle sanki yolda yürürken köşeyi dönünce karşılaşacakmışız gibi bir his yarattı.
Her bir öykünün kendine has bir tadı ve ritmi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla kendi ritimlerinin biçimlendirdiği kurmacalarla yaratılmışlar. Hiçbir öykü bir sonraki öykünün içeriği veya kurgusal ilerleyişi hakkında bir ipucu vermiyor. Her biri kendi özgünlüğü ve kendi ağırlığıyla var oluyor. Sırasıyla öyküleri ardı ardına okuduğumuzda farklı kitaplardan ve yazarlardan başka öyküler okumuşuz gibi bir his oluşuyor.
Kitabın çok katmanlılığının, anlatım biçim zenginliğinin beni böyle bir duyguya sürüklediğini ifade etmeliyim. Bundan bir okuyucu olarak keyif aldığımı söylesem yeridir.
Kitapta varoluşsal sancılarını dindirmenin yollarını ölüm – yaşam denklemi içerisinde aramaya çalışan insanları gördüm. Ölümün kalanların hayatında yarattığı boşluk hissi ve bu hisle yaşamanın nasıl bir şey olduğunu kendine has yöntemleriyle öğrenmeye çalışan insanlar gördüm.
Bir rutini tekrarlama ısrarının aslında bir yasın dönüşüm evresi olduğunu da bana hatırlattı. İlk izlenimlerimi buraya sığacak oranda özetlemeye çalıştım ama söylenecek ve üzerine konuşulacak pek çok şey daha var, biliyorum.
Bu sebeple bu parantezi burada kapatıp sohbetimize başlayalım isterim.
Vildan Külahlı Tanış’ın öyküyle ilk tanışması nasıl oldu? Öykü dünyasının kapısından içeriye girme fikri nasıl ve ne zaman oluştu?
Öncelikle davetiniz ve güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Neredeyse otuz yılını Ankara’da geçirmiş biri olarak Tunalı’dan, Atakule’den ve çok sevdiğim yerlerden biri olan Botanik Park’tan bahsetmeniz, Kukla’nın oralarda size eşlik etmesi soruları cevaplamaya geçmeden evvel içimi ısıttı.
Öyküye nasıl başladım sorusuna gelecek olursak yazı hep hayatımın içinde vardı. Ancak çok da türü belli olmayan öykü mü, anı mı, iç döküş mü bilemediğim ve aslına bakarsanız bir ad koymaya da ihtiyaç duymadığım dönemlerden geçtim. Fakat sanırım yazdıklarımı gün yüzüne çıkarma isteğiyle beraber bir türe yoğunlaşmam gerektiğini anladım. Okuru olmaktan büyük keyif aldığım öykü türünün büyülü dünyasına yazar olarak böyle adım attım diyebilirim. Dünya telaşından başımı kaldıramadığım zamanlarda, bundan yedi sekiz sene evveline tekabül ediyor, nefes alabilmek için girdiğim kapının şu an hala eşiğinde hissediyorum kendimi. Yürünecek çok yol var.
Öyküleriniz bir öyküye dönüşmeden önce nasıl bir süreçten geçiyor? Sezgilerinizin sizi götürdüğü yere kadar kaleminizi serbest bırakıyor musunuz? Yoksa bir çerçeve ve iskelet kurduktan sonra mı öykülerinizi üretmeye başlıyorsunuz? Bize biraz öykülerinizin doğum süreçlerinden bahseder misiniz?
Bir cümlenin peşine takıldım ve masanın başına oturdum diyen yazarlardan değilim. Ben öykünün ilk cümlesine başlamadan önce final kafamda nettir. İskelet uzun süre zihnimde gezmiş, kahramanlarım girip çıktığım her yere bir süre kolumda bana eşlik etmiş, kırk kuyruklu kurmacamın kuyruğu defalarca zihnimde birbirine dolanmış ve eğer çözülmüşse gecenin geç bir saatinde zorlu bir süreci başlatan o ilk cümle kurulmuştur.
Öykülerinizin tamamının yazıldığı zaman dilimini bilmiyorum. Sadece ödül alan öykülerin kitap iç tanıtım sayfasında yazdığı kadarıyla ekseriyetle 2020 ve sonrası kaleme alındığını gördüm. Öykülerde varoluşsal sancılarını dindirmenin yollarını ölüm – yaşam denklemi içerisinde aramaya çalışan insanlar var. Ölümün kalanların hayatında yarattığı boşluk hissi ve bu hisle yaşamanın nasıl bir şey olduğunu kendine has yöntemleriyle öğrenmeye çalışan insanlar var. Ezcümle öykülerdeki ölüm mefhumu ve karakterlerin bu mefhumla kurdukları ilişkilerin yoğunluklu ele alınması doğal olarak bende şu soruyu doğurdu: Acaba pandemi zamanları ve sonrasında yazıldığı için mi bu şekilde ölüm mefhumu ve insanların bu mefhumla kurduğu ilişki ağırlıkta. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Pandemi dönemi ve sonrasıyla ilişkilendirdim ben düz mantık kurarak fakat bunun bambaşka bir yerden, özel bir sebebi de olabilir.
Bu konuyu özellikle merak ettim. Sizden dinlemek isteriz.
Öykülerin birçoğu dediğiniz gibi 2020 yılı sonrasında yazılsa da öncesinde yazılan öyküler de var kitapta. Ve sorunuzla birlikte ben de geriye dönüp baktığımda pandemi öncesinde de pandemi döneminde de yazılan öykülerde ölüm, yalnızlık baskın temalar. Tematik bir bütünlük maksadıyla yazmadığım ancak dosyayı oluşturduktan sonra geriye çekilip biraz uzaktan baktığımda “kendiliğindenlikle” bir araya gelmiş bu öykülerin bu duygularla bir derdi var evet. Belki de benim bir derdim var. Bilemiyorum. Ölümün, yalnızlığın, kederin, kayıpların, yas süreçlerinin o insani tarafımızı daha çok tetiklediğini düşünüyorum. İnsani tarafımız derken burada salt bir iyilikten bahsetmiyorum. En kötü, en gizli, en ulaşılmaz, en ihtimalsiz, en yabancı, en ayıp, en günah taraflarımız da bu zamanlarda su yüzüne çıkar. Bu sebeple sanırım dünyaya baktığım yer bu tarafa daha yakın. Ve bu öykülerime de yansıyor.
Bu kitapta yer alan öykülerinizde eşyaların karakterler için özel bir önemi var.
Bir karakterin kullandığı bir eşya bir hatıraya güçlü bir şekilde göndermeler yapıyor. (Örneğin şemsiye, gömlek, yeşil mürekkep, çatıdaki delik’te kova vs.) Elbette ki bu, öykülemenin imge yaratmada sıklıkla başvurduğu yöntemlerden biri fakat öykülerinizdeki yeri ve kullanımı itibariyle bana sizin de bunu kullanırken keyif aldığınız ve gündelik hayatınızda buna benzer anlamlar kurmakta meşgul olduğunuzu hissettirdi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Nesnelerin zihnimde yarattığı imgelerle bir öykü inşa etmeyi seviyorum. Eşyanın sadece eşya olmadığını hatırlatıyor bana. Basit ve sıradan görünen şeylere bir hikâyenin arka bahçesinde nasıl rastlayacağımız merakımı hep diri tutuyor. Salataya doğranan maydanoz, taşıdığımız şemsiye, üzerimize giydiğimiz gömlek, pencere önüne dizilmiş reçel kavanozları görünenin ardında birçok hikâye anlatıyor bize. Belki de dünyaya hikâyeci nazarıyla bakmak böyle bir şey. Ya da bu nazarla dünyaya baktığımızdan hikâyeci oluyoruz. Fasit bir daire gibi.
Kitaba adını “Uzun Düz Çizgiler” öykünüzde yer alan bir cümlede yer alan bir ifade veriyor. Bunu okuyunca anlayabiliyoruz fakat ben bunu bir de sizin ağzınızdan ayrıyeten dinlemek isterim. Neden “Çizgide Bir Kukla” ? diye sormak isterim.
Kuklayı kukla yapan ipleridir. Bu ipler mecburiyetlerimiz, kaybettiklerimiz, geçmişten getirdiklerimiz, toplumsal baskılar, normlar, idealize edilenler, gelenekler, baskılar, olması gerekenler, ayıplar, günahlar, aile, genetik kodlar, kolektif bilinçlerimiz… O kadar fazla ipe dolanmış vaziyetteyiz ki. Bazen iplere hükmetmek kolay olmuyor. Onlardan kurtulmak da. Kontrolü ele almak ve hatta ipleri kesme pahasına yaşama inatla direnmek gerekiyor sanırım bazen de. Ya da iplerle barışmak. Öykülerin bütününe baktığımızda da hayatın inişli çıkışlı çizgisine iplerle asılı karakterlerin yaşam karşısında nasıl birer kuklaya dönüştüğüne şahitlik ediyoruz. Bu anlamda kitabın tamamındaki öykülerin genel muhteviyatını çerçevelen bir isim olarak doğdu diyebilirim.
‘Aziz’in Hikâyesi’ adlı öykünüzdeki yazar karakterimizin kendiyle ve Üzüm Hanım’la konuşmaları var. Bir yerde gönderdiği öyküye editörün yazdığı cevabı aktarıyor kızarak:
“ ‘Maydanoz’ adlı öykünüzde aktarımınız her ne kadar güzel olsa da karakter derinliğini yeterince yeterince güçlü bulmadık. Olayın kahramanı Ayşegül, metninizde bir figürden öteye geçememiş. Yazarın gölgesi karakterde maalesef ki hissediliyor. Lütfen kahramanlarınızın kendi hayatlarını yaşamalarına izin verin. Sevgiler…” diye bir geri dönüş aldığını aktarıyor Aziz Bey editörden.
Devamında yine öykünün kahramanı Aziz Bey, Kemal Koton’un “Kül Tablası” romanına bakarak keşke onun gibi yazabilseydim diye iç geçiriyor. Başka bir yerde de kurşun kalemle sayfalarını çizdiği bir kitabı eline alıyor ve bu kadının öykülerini nedense sevemedim deyip altını çizdiği satırları okuyor ve okuduğu satırlar da yine bu kitapta yer alan ‘Uzun Düz Çizgiler’ adlı öykünüzden.
Bu öyküde kitaptaki karakterlere ve kendinize atıflar olduğu görülüyor. Bu öyküde kendinizden mi bahsetmek istediniz biraz? Kahramanların ve yazarının yollarının bu öyküyle kesişmiş olmasının özel bir sebebi var mıdır?
“Aziz’in Hikayesi” özellikle kitaba koymak istediğim bir öyküydü. En temelinde elbette kurmaca olsa da öykülerin kitaplaşma sürecini kısmen yansıtıyor diyebiliyoruz. Kitaba ulaştığınızda dışarıdan bakan herkesin “yazdı ve oldu” gibi basit iki kelimeyle ifade edebileceği bir yolculuğun taşını, çakılını, yolunu, yokuşunu gösteren bir öykü. Defalarca vazgeçmeye kalktığım ama kendimi yine masanın başında bulduğum, Üzüldüğüm, olmayacak dediğim, ilk kitabın basılma sancılarını buram buram yaşadığım bu sürece biraz da atıftı dediğiniz gibi.
Vildan Külahlı Tanış’ın başucu kitaplarım dediği kitapları nelerdir? Özel olarak sempati duyduğu yazarlar var mıdır? Bir ‘okuyucu’ olarak nelere ilgi duyar?
O kadar fazla ki. Aklıma ilk gelenlerden birkaçını söyleyebilirim belki. Orhan Pamuk’un kurmaca dünyası, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dile hâkimiyeti, Cortazar’ın büyülü atmosferleri beni daima içine alır. Buzzati en sevdiklerimdendir mesela. Çağdaşlarımı da mümkün mertebe takip ederim.
Yakın zamanda gerçekleştirmeyi düşündüğünüz veya şu an üzerinde çalıştığınız proje/projeler var mıdır?
Şu an ikinci öykü kitabı üzerine çalışıyorum.
Dijital yayıncılıkla edebiyat, kültür, sanat alanında söz üreten yayın mecraları hakkında düşünceleriniz neler? Sanırım siz öykü üzerine yayın yapan bir dijital mecra olan ishakedebiyat.com’da yazıyordunuz. Dijital yayıncılığın imkânları neler? Dijital yayıncılığın bir yerinde olmak size hangi pencereleri araladı? Bu konuda genel fikriniz nedir merak ediyoruz doğrusu.
Şu an yayın ekibinde bulunmasam da İshak Edebiyat’la beş yıla yakın yayıncılık dünyasının mutfağında bulundum. Büyük tecrübe diyebilirim. Ve beraberinde meşakkatli. Her hafta girilecek içerikleri yayıma hazırlamak, yayımlanacak öyküleri hakkaniyetle belirlemek, röportajlar, söyleşiler vs. Hepsi büyük emek. Ve bu emeğe gönüllü olarak ortak olmak size edebiyat adına yapılan en ufak bir işin bile emek ve özen istediğini gösteriyor. Zamanında yetiştirilmesi gereken içerikler bir disiplin kazandırıyor. Daha da önemlisi birilerinin yazdıkları metinleri, söyledikleri kelamları bir başkasıyla buluşturma imkânı epey keyifli.
Son olarak yayın mecramız aracılığıyla öyküye meyil eden ve öykü anlatıcılığına tutku duyan, öykü yazmaya yeni başlayan kalemlere söylemek istediğiniz bir şey var mıdır?
Belki biraz klişe olacak ama okumak. Ve yazıp yazıp silmek. Yarışmalarda, dergilerde kitap çıkmadan evvel belki isimlerinin görünmesi bir avantaj olabilir. Elbette bu bir tercihtir. Ancak kendi adıma işleri kolaylaştıracak bir yanı olduğu yadsınamaz.
Sorularınız için teşekkür ederim. Keyifli bir sohbetti benim için. Sevgiler.
Vildan KÜLAHLI TANIŞ Kimdir?
ilk ve ortaöğrenimini doğduğu şehir olan Ankara’da tamamladı. Gazi Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Öyküleri Notos, Sözcükler, Öykü Gazetesi, Hece Öykü ve Ecinniler gibi bazı dergilerde yayımlandı; çeşitli dergi ve sitelerde yazar ve metin odaklı incelemeleriyle yer aldı. 2020-Yılın Yazarı Fakir Baykurt Öykü Yarışması’nda ‘Uzun Düz Çizgiler’ adlı öyküsü büyük ödüle değer bulundu. 2021 Berlin Gökkuşağı Kitabevi Öykü Yarışması’nda ‘Çatıdaki Delik’ öyküsüyle birincilik kazandı. ‘Alo Buyurun Yalnızlar Geçidi’ adlı öyküsüyle 2021 Halide Edip Adıvar Öykü Yarışması’nda; ‘Bir Beyaz Kağıt ve Şaziye’ adlı öyküsüyle ise 2021 Edremit Kent Konseyi ‘Kadın ve Öyküler’ Öykü Yarışması’nda öykü seçkisinde yer aldı. 2020 Uluslararası Yazarlar Birliği (Pen International) İlkyaz Genç Yazarlar Öykü Yarışması’nda ‘Maydanoz’ adlı öyküsüyle dereceye girmeye hak kazandı. ‘Maydanoz’ İngilizceye çevrilerek on dört ülkede dünya kamuoyuyla paylaşıldı.