“KIRMIZI PAZARTESİ” VE DİLSİZLER ORDUSU| Hasan Zan
“Santiago Nasar onu öldürecekleri gün piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30’da kalkmıştı.“
Kırmızı Pazartesi kitabıyla ilgili spoiler verdiğimi düşünüp bir an için sinirlenmiş olabilirsiniz. Oysa Gabriel Garcia Marquez‘in1982 yılında Nobel Edebiyat ödülü almadan bir yıl önce yazdığı Kırmızı Pazartesi kitabının giriş cümlesini olduğu gibi yazdım.
Çoğumuz Marquez’i Yüzyıllık Yalnızlık ve Kolera Günlerinde Aşk kitaplarıyla tanırız. Kırmızı Pazartesi‘nin bu iki kitaba kıyasla biraz geri planda kaldığı görülür. Oysa Marquez bu kitabıyla ne kadar büyük bir edebiyatçı olduğunu ispatlamıştır. Düşünsenize cinayet üzerine yazılan bir romanın ilk cümlesiyle romanın nasıl sona ereceğini öğreniyorsunuz. Bu roman beni ne kadar sarabilir diye düşünmeden edemiyorsunuz. Oysa Marquez Cinayeti nerdeyse bütün kasabanın ağzından anlatır ve bir an kendinizi gezgin olarak kasaba meydanında rom içerken bulursunuz. Aklınıza Santiago Nasar geldiğinde ise hemen bu güzel düşten ayılıp bir kâbusun ortasında uyanırsınız. Bütün kasaba halkı Santiago’nun öldürüleceğini tahmin etmesine rağmen kimse bu cinayete engel olmamıştır. Marquez roman boyunca her sözü bilinçli seçmiştir. Vicario kardeşler cinayete engel olmaları için cinayet işleyeceklerini neredeyse bütün kasaba halkına anlatır ama toplumun “değer yargıları” devreye girmiştir. Bu “değer yargıları” sadece kadın bedeni mevzu olduğunda işler, erkek bu durumda canavarlaşır, kadınlar ise dayanışma yerine karşısındaki erkeğe dönüşür. Tabi toplumsal kalıpların yanında dinde bu cinnet ortamının oluşmasında rol oynar. Marquez bu durumu ise Piskoposun kendini sabırsızca bekleyen kasaba halkına sadece el sallayıp geri dönmesi üzerinden bir nebze anlatır. Bunun yanında Vicario kardeşlerin çaresizliği ve bu çaresizliğin yarattığı gel-gitler romanın önemli anlarındandır. Olay örgüsü bu kadar belliyken kurgu ve anlatım biçimi nefesinizi keser. Marquez romandaki her olaya çeşitli semboller yükler, ölüm günü Santiago’nun giydiği beyaz gömlekten tutun da, Ölüm anında yediği yedi bıçak darbesine kadar her an bir günahın ve masumiyetinin sembolüdür aslında. Marquez sizleri dilsizler ordusundan oluşan, susmakla kalmayıp bu suskunlukla bir “toplumsal ahlakı örgütleyen” bir yığın insanla baş başa bırakır. Olay Karayiplerde geçer ama her şehre ve zamana uygun bir cinnet panoramasıdır. Romanın her satır yazılsa bile defalarca okunması gereken bir başyapıttır. Müsaadenizle yazıya romandaki ilk paragrafla giriş yaptım, son paragrafla bitirmek istiyorum.
” “Santiago, yavrum!” diye bağırmıştı.
“Neyin var?” Santiago Nasar, onu tanımıştı.
“Beni Öldürdüler, Wene Hala,” demişti.
Son basamakta tökezlemiş, ama kendini hemen toparlamıştı. “Hatta bağırsaklarına bulaşan toprağı eliyle silkelemek titizliğini bile gösterdi,” dedi bana Wene Halam. Sonra saat altıdan beri açık olan arka kapıdan evine girmiş, mutfağın içine yüzükoyun yığılıp kalmıştı. “
İllüstrasyon: Ulyana Sanchenko