GECE POSTUNDAN PİNOKYO | Fırat Yıldız
1.
Bir cambazlık var hayatta, öyle açık seçik değil sanırım kozanın içine gömülü. Şekilsiz bir biçimde. Kimse görmüyor, kimse duymuyor, kimse bilmiyor…İpinden sürekli düşen bir cambaz. Acemi, acınası, zavallı, gülünç…Ve düşmenin şiddetini sadece o duyuyor…
Gerçeğin reddi, bir bulunmamanın tuhaf hikayesine denk düşüyor. Yani Nuh kadar olmasa da bir tufanın serbest kıyametini belleyip bekleşiyoruz. Sırf bir mısra seçip kenara çekilmek için.
2.
çünkü yaşamak bir düş skandalı…
3.
4.
meksika çıkmazı’nda kaldım ayağımda kurşun sekmeleri…
5.
Çay bahçesindeyim. Büyük ayaklı bir şemsiyenin altında, yağmurun seri yağışını seyrediyorum. Yağmurdan dolayı kimsecikler yoktu dışarıda, herkes içerideki alandaydı. Gözüm, önümde duran yedi boş masaya takıldı. Yağmur damlaları masalara vuruyordu. Sanki şiirsel bir ahenk vardı o vuruşlarda. Bir anda zihnimin içinde, Eleni Karaindrou‘nun “Sonsuzluk ve Bir Gün” adlı şarkısı çalmaya başladı. Bu şarkı enstrümantal bir şarkıydı. Theo Angelopoulos‘un “Sonsuzluk ve Bir Gün” adlı filmi için bestelenmişti. Gelgelelim zihnimin içinde gezinen notalara. Bu notalar zihnimin içinden yüreğime karışmaya başladı. Tıpkı yağan yağmurun toprakla buluşması gibi. Yağmur damlalarının masaya her vuruşu sanki bir piyano notası vuruşu edasındaydı. İçimden çalan şarkıya ya da benim adlandırdığımla; senfoni, kafamın içinde çala duruyordu. Birden aklıma “O” geldi. Yüreğimde çalan müziğe karıştı, manzara koyulaştı. Bir sene boyunca ondan haber alamamıştım. Her yerden beni engellemişti.(Çağımızın yok etme girişimi.) Otuz yaşına geldiğini anne olmak istediğini, çocuk sahibi olmak istediğini söylemişti bana. Ben uygun damat değildim. O uygun damatı bulmuştu. Bu yüzden de ayrılmıştı benden. Üzülmüştüm ancak kararına da saygı duymuştum. Bunları düşünürken birden içimden çalan şarkı kesilmişti. O zamana kadar fark etmediğim, çay bahçesinin dış hoparlöründen çalan radyonun berbat şarkısı kulağımı tırmalıyordu. Hem bir anıyı hatırlamanın hem de berbat bir şarkının saldırısı altındaydım. Bu iki saldırıyı da savuşturdum, yağmurun sayesinde…
Ben bir çay daha istedim, ve garsondan şarjda olan telefonumun durumunu sordum. Şarjın dolduğunu getirebileceğini söyleyince, çayla beraber getirebilir misiniz zahmet etmeyin dedim. Teşekkür edip gitti. Çayım ve telefonum masaya gelmişti. Telefonu açtığımda O’nu merak ettim. Hiç “youtube”dan aratmamıştım. Arama kutusuna adını ve soyadını yazdım. Bir anda karşıma düğünü çıktı. Bu kadar basit miydi bu bilgiye ulaşmak, basitmiş demek ki. Evlenmişti. 2 ay olmuş. Hem şaşırmış hem üzülmüş hem de sevinmiştim. Karmakarışık duygular içindeydim. Çok anlattığı o kutsal evlilik kurumuna inanmadığını, nasıl inanmadığını izlemek istemiştim. Uzun bir süre sonra onu görebilmiştim, (Tüm fotoğraflarını ayrıldıktan sonra silmiştim. Bu da bir yok etme biçimi.) gelinlikler içerisindeydi. Bir şaşkınlığımda damadın adıyla benim adımın aynı olmasıydı. Acayip şekilde de damat bana benziyordu. Şaşkınlığım daha da arttmıştı. Benim sahte bir versiyonum gibiydi. Videoda gelin ve damatın salona giriş esnasında çalan müziği tanıdım, deminki radyoda çalan berbat şarkıydı. Düğüne biraz baktıktan sonra, mutluluklar dileyip “like”ladım. Masal Düğün Sarayı’nın reklamı olsun diye koyduğu bu video, benim kederli bir belgem olmuştu. Kederli belgeyi de “like”layarak kaderime razı olduğumu youtube huzurunda beyan etmiştim. Başka ne yapacaktım ki?
Çay bahçesinden ayrılma vaktim gelmişti. Hesabı ödeyip, çıktım. Yağmur az da olsa yağıyordu. Telefonumun “playlist”inde yer alan Eleni Karaindrou‘nun “Sonsuzluk ve Bir Gün” şarkısını açtım. Bu kez şarkı tastamam çalıyordu. Yağmur damlalarına ve zihnimdeki notalara ihtiyacım yoktu. Kulaklığımı takıp yağmurlu havada sokakta yürümeye başladım. Bütün olanları unutmak için yürüdüm. Yürümek için unuttum…
Bir anda önümde devasa bir kamyon kayarak devrildi. Bir sirk kamyonuydu. İçinden filler, zürafalar, atlar, ayılar, aslanlar, yılanlar, maymunlar ve daha birçok hayvan yola fırladı. Nuh‘un kamyonu devrilmiş gibiydi. Hayvanların hepsi etrafa dağılmaya ve koşuşturmaya başladı. Trafik allak bullak olmuştu. Tam bir kaos hakimdi. Etraftaki insanlar kaçışıyordu. Şok olmuştum ve hareketsiz bir şekilde etrafa hayretle bakınıyordum. Müziği kapattım, kulaklığımı çıkardım. Bağırışlar, çığlıklar hayvan seslerini bastırmaya yetmiyordu. Acaba rüya mı görüyordum, tam bu düşüncedeyken yanımdan hızla geçen filin yer sarsıntısı, rüya görmediğimi hatırlattı bana. O an o kargaşada gözüme bir şey ilişti. İki ağacın arasında gergin ipin üzerinde -yağmura rağmen- geçmeye çalışan cambazı gördüm. Cambaz kahkaha atarak ipte yürüyordu, başının üstünde maymun, maymunun elinde de tabanca vardı. Maymun elindeki tabancayı düşürdü. Tabanca tam önüme düşmüştü. Yerdeki tabancaya dikkatle baktım, namlusu bana dönüktü. Şekil olarak q‘yu andırıyordu ya da tersten bakınca p‘yi, bilemiyorum…
6.
peki doğrusu
gece postundan pinokyo