G.GARCİA MARQUEZ ‘KIRMIZI PAZARTESİ’ HAKKINDA KONUŞUYOR
1 Mayıs 1981’de, son romanı Kırmızı Pazartesi (Gronica de una muerte anunciada) Meksika’da, Kolombiya’da, Arjantin’de ve İspanya’da yayımlandığı sırada, Gabriel Garcia Marquez günlük İspanyol gazetesi El Pais‘ye yaptığı açıklamada “Bu benim duygularımı yenerek yazabildiğim en iyi romanım ” demişti. Aşağıda El Pais gazetesi için Jesus Cebertio tarafından hazırlanan ve kitabın 1988’de Can yayınları tarafından basılan ilk Türkçe baskısında da yer alan bu söyleşiden bölümler sunuyoruz.
‘Yüzyıllık Yalnızlık’ adlı romanınızın kazandığı başarıdan sonra şimdi yayımlanan romanınız için ‘Bu benim en iyi romanımdır’ demeniz biraz sakıncalı olmuyor mu?
Her zaman bir yazar yazdığı en son romanının en iyi romanı olduğunu sanır. Benim de bu romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarların elinden kaçıp kurtulmak isterler. Romanın kişileri kendi öz yaşamlarına dönerler, en sonunda da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir yapıt bu. Üstelik de çok kısa. Sonuçtan hoşnutum. Bundan önce de en iyi romanım ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ değil de ‘Albaya Mektup Yok’ adlı yapıtımdı. .Ben öyle sanıyordum ve bunu da sık sık söyledim. Şimdi de en iyi romanımın ‘Kırmızı Pazartesi‘ olduğunu sanıyorum.
Eleştirmenlerin sizin bu görüşünüzü paylaşacaklarını sanıyor musunuz?
Eleştirmenler için bir şey diyemem. Ama okuyucuların benimle aynı kanıda olacaklarından hiç kuşkum yok.
“Kırmızı Pazartesi” adlı romanınız nasıl yazıldı?
Bu romanın otuz yıllık bir geçmişi var. Başlangıcı gerçek bir olaya, Kolombiya’da bir ilçede işlenen bir cinayete dayanır. Ben bu faciayı çok yakından gören tanıklardan biriyim. O günlerde birkaç öyküm yayımlanmıştı, ilk romanımı daha yazmamıştım. Bu olayın benim için çok önemli bir malzeme olduğunu hemen anladım. Ama annem önümde durdu. Olayın bazı kahramanları hayatta oldukları sürece bu romanı hiçbir zaman yazmamamı söyledi. Bana ayrıca söz konusu kişilerin adlarını da verdi. Annemin bu önerisini kabul etmedim. Çünkü cinayet olayının kapandığını sanıyordum. Yalnız facia daha da gelişti, sonunda bazı olaylar oldu. Bu romanı o günlerde yazmış olsaydım olayı daha iyi kavramama yardımcı olacak birçok öge eksik kalacaktı.
Bu romanı ne zaman yazmaya karar verdiniz?
Beş yıl önce ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’nı yazdıktan sonra, annemin bana adlarını verdiği facia kahramanlarının ölümünden sonra. Annem bu olayla ilgili bir röportaj yazacağımı sandığı için benden beklememi istemişti. Roman bu gerçekten doğmuştur, ama onunla hiçbir ilgisi yoktur. Bu nokta da çok önemlidir.
Bu romanda gazetecilik tekniği var mı?
Bir röportaj tekniğinden yararlandım. Yalnız romanda olayın yapısından başka hiç bir şey kalmadı. Ne facianın kendisi ne de onun içinde rol almış kişiler yerlerini korudu. Kişilerin adları gerçek adları değildir. Olayın olduğu yer de başkadır. Her şeyin yeri yalnızca ozanca değiştirilmiştir. Yalnız ailemden olanların adlarını olduğu gibi yazdım. Bunu da onların izniyle yaptım. Gerçek kişiler elbette kendilerini tanıyacaktır. Ama beni ilgilendiren ya da eleştirmenleri ilgilendirmesi gereken şey gerçekle bir sanat yapıtı arasında yapılacak karşılaştırmadır.
Bir gazeteciyle yaptığınız röportajda bu romanın başlıca konusunun şiddet olduğunu söylemiştiniz.
Böyle bir şey söylediğimi anımsamıyorum. Ama aynı şeyi bütün kitaplarım için düşünüyorum. Şiddet, Latin Amerika’nın, özellikle Kolombiya’nın bütün tarihini kapsayan bir olaydır. Bize İspanya’dan gelen bir şeydir. Şiddet, tarihimizin en büyük doğurganıdır.
Politik nedenlerle kitap yayımlamaktan vazgeçtiniz. Şimdi aynı nedenlerle yeniden yazmaya başladınız. Bu kıtada yazarın siyasi rolü sizce ne olmalıdır ?
Devrimci bir yazarın ilk görevi iyi yazmak, Latin Amerikalılığımızın araştırılmasına yardımcı olacak bir edebiyat yaratmaktır. Şu an Latin Amerika’da durum öylesine kritik ki. Bu nedenle biz yazarlar da yalnız yazmakla yetinemiyor, çabucak başka görevler de üstleniyoruz. Üstelik bunu istemeden yapıyoruz. Nedeni de çok basit. Biri kapımızı çalıyor, bizlerden bu görevleri yapmamızı istiyor.
Bu kadar Latin Amerika’ya özgü bir romanla öteki kitaplarda kazandığınız başarının nedenini açıklayabilir misiniz ?
Bunu ‘gerçek’ kavramında yanılmayışıma ve Latin Amerika gerçeğini herkesi etkileyebilecek bir içtenlikle yorumlayışıma borçluyum. Bu da, küçük bir Alman kasabasında yaşayan ve kendi diline çevrilen kitaplarımı okuyan, anlattığım öykünün kendi köyünün bir öyküsü olduğunu bana yazan kadından mektup almak gibi sürprizli sonuçlar doğuruyor. Bu da benim anlayamadığım bir şey.