THE LOBSTER VE UYUMSUZLAR | Fırat Yıldız
Yunan Yönetmen Yorgos Lanthimos’un üçüncü filmi olan The Lobster(Istakoz), distopya evreninde geçen bir aşk hikayesini konu almaktadır. Filmde yer alan aşk unsuruyla beraber toplumu yeren bir eleştiriden de söz etmek mümkün. Filmin her anında insanlar, mekanlar değişse dahi, toplum eleştirisi çeşitli durumlar, olaylar üzerinden izleyenlere aksettirilmiştir. Aşk, bu acımasız distopik toplumda yeşermeyi başararak sıradışı hale gelmiştir.
Eşini bulamayanların, çift olamayanların ve yalnız kalanların barınamadığı bir dünya… Çift olanların şehirde her türlü imkana sahip olduğu, yalnız kalanların ise -diledikleri- hayvana dönüştürüldüğü bir distopya evreni… Bu evren sınırlar, kesin kurallar ve mecburi şartlar üzerine kurulu. Ya şehirlerde çiftlerin yaşadığı bir düzen ya da yalnız kalıp hayvana dönüştürülüp vahşi doğaya bırakıldığı bir düzen.
Eşi ölen, eş bulamayan, terk edilen, yalnız kalan insanlar kısıtlı bir sürede, belirli kuralların olduğu bir otelde, eş bulma sürecine zorunlu olarak dahil olurlar. Oteldeki kurallara uymayanlara ağır cezalar verilir. (Mastürbasyon yapan adamın ekmek kızartma makinesinde elinin yakılması gibi.) Otelde çift olmanın önemini vurgulamak için absürd skeçlerle yalnızlık küçümsenir, çift olmak ise yüceltilir. Dans gibi aktivitelere tek tip kıyafetle katılan erkeklere ve kadınlara otel tarafından yakınlaşma fırsatı tanınır. En önemli aktivitelerden biri de ormanda yalnız insan avlamaktır. Bayıltıcı silahlarla ormanda yalnız insan avına çıkılır. Avlayıp yakaladıkları her yalnız insan otelde ekstradan bir gün, geçirdikleri süreye ekletilir. Böylelikle kısıtlı süreyi avlanarak uzatabilme şansı verilir. Eş bulmak için otele yerleşen yalnızlar ile tanıma evresinde olan çiftler ayrı yerlerde dururlar. Çiftler için otelin en iyi imkanları sunulur. Bir nevi eş bulma rehabilite merkezi olan otel tamamen sıkı kurallara bağlıdır. İlişkiler ise kişilerin kendi ayırt edici özelliklerine göre belirlenir. Ayırt edici özellik fiziksel bir kusur, bir hastalık ya da davranma biçimi olabilir. Birbirlerini tanıma fırsatı yakalayan çiftler, otel görevlileri tarafından titizlikle incelenir. Onları birbirine yakınlaştıran ayırt edici özelliğe bakılır. Eğer yakınlaşma hala sağlanmamışsa çiftlerin aradaki bağı güçlendirmek amacıyla geçici olarak yanlarına çocuk yerleştirilir. Bir nevi aile olma süreci yaşatılır. Rehabilite işlemini başarılı bir şekilde tamamlayan çiftler, herkesin eşleriyle yaşadıkları şehirlerde yerlerini alırlar. Başarısız olan yalnızlar ise önceden -diledikleri- hayvana dönüştürülürler. Bu evrende her mekanın bir işlevi vardır. Otel uyumsuzları uyumlu hale getirmek, yalnızlara eş bulup çift olmalarını sağlamak için kurulmuştur. Aynı zamanda da yalnız insanların hayvana dönüştürülmesinin yeridir. Orman ise hayvanların yaşadığı, yalnız insanların hayvan olmamak için saklandıkları bir sığınma yeridir. Şehir ise otel ve ormanın aksine tamamen eşli bir hayat içinde çiftlerin yaşadığı aynı zamanda bir gözetim alanıdır.
Eşi tarafından terk edilen David(Colin Farrell), otele yerleştirilir. David, köpeğe dönüştürülen kardeşi Bob ile beraber otel odasında kalmaktadır. Kardeşi Bob, köpek olmadan önce otel deneyimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. David, eğer otelde eş bulayıp başarısız olursa filmin adının da aldığı “The Lobster”(Istakoz) hayvanına dönüşmek istediğini söyler. Kardeşi Bob’un başarısızlığını yaşamamak için elinden geleni yapmaya çalışır. Eş bulabilmek için başka biri olmaya çalışır, bu taklit ona pahalıya mal olur. Çift olmaya çalıştığı duygusuz kadın, David’in gerçekten kendisi gibi ayırt edici özelliği olan duygusuz biri olup olmadığını öğrenmek için ölümcül bir teste tabii tutar. Odalarında kalan köpeğe dönüştürülen kardeşi Bob’u katleder. David, kardeşinin ölümüne üzülür. Duygusuz kadın, taklit yaptığını kendisine benzemediğini, otel yetkililerine haber vereceğini ve cezalandırılacağını söyler. (Ceza, hayvana dönüştürülmektir.) Kadından kurtulduktan sonra girdiği bir otel odasında, bir çalışanın yardımıyla bayıltıcı silah bulur ve duygusuz kadını bayıltır. Bob’un intikamını almak için duygusuz kadını öldürmek ister. Ancak bayıltılmış halde acı çekmeyeceğini düşünür. Bir hayvana dönüştürme fikrini benimser. Bunun için otelde yer alan dönüştürme odasına kadını götürür, hayvana dönüştürür. (Ancak filmde hangi hayvana dönüştürüldüğü belirtilmez) Otelden kaçan David, ormana doğru ilerler, yalnızlara katılır. Ormandaki yalnızlarda da belirli kurallar vardır. Çift olmak kesinlikle yasaklanmıştır. Grupta herhangi birinin başka birine aşık olma ya da ilişki yaşaması durumunda ağır cezalar uygulanır. (Öpüşen iki kişinin dudaklarının jiletlenmesi gibi) Otel grubu ve ormandaki yalnızlar grubu her ne kadar birbirinden farklı olsa da yasaklamalar, cezalandırmalar, tek tipleşmeler bakımında benzer yöndeler. Bu sırada David, yalnızları avlama sırasında otelden bir arkadaşına yakalanır. Arkadaşını ikna etmeye çalışır, tam o sırada miyop olan kadın (Rachel Weisz) kendisini kurtarır. Kadına ilgi duymaya başlayan David, miyop olan kadınla başbaşa kaldıkları bir anda beraber olurlar. Sadece kendilerinin anlayabileceği bir dil oluştururlar. İşaret ve hareketlerle anlaşırlar. İki uyumsuzun birlikteliği zamanla büyür. Böylelikle birbirlerine aşık olurlar. Bu arada ormandaki yalnızlar grubu, oteli ele geçirerek av olma intikamlarını alırlar. Yalnızlar grubunun lideri (Léa Seydoux), David ile miyop olan kadın arasındaki ilişkiyi öğrenir. Kadını kör ederek cezalandırır. Eş olmak için ikisinin de ayırt edici özelliği olan miyopluğu ortadan kaldırır. David, kör olan kadınla beraber olabilmek için gözlerini oyar ve kör olur. (Filmin final sahnesinde net bir sonuç gösterilmemiştir. David, ya gözlerini oyup kör olmuştur ya da gözlerini oymadan oradan kaçmıştır. İki ayrı final sahnesi seçeneği izleyicilere sunulmuştur. Kör olasılıklı finalin daha uygun olacağını düşünüyorum. Filmin genelindeki göstergelerde bu finalin daha uygun olacağını doğruluyor.) Bu evrende çift olabilmek için fedakarlık yapar. Ormanda geçen sahnelere bakarsak David’in gözlerini kör etmesi, miyop olan kadınla eşitlenmek istemesinin bir sonucudur. Çünkü birlikteliklerindeki bedeli eşit bir şekilde, acı bir şekilde ödemiştir, ödemişlerdir. Sevgiyi ne kadar paylaştılarsa acıyı da aynı şekilde paylaşmışlardır.
The Lobster filmini, modern bir toplum eleştirisi aynı zamanda da sıradışı bir aşk hikayesi olarak görebiliriz. Günümüzdeki ilişkileri adeta yerden yere vurmuştur. Aynı ırktan, aynı dinden, aynı mezhepten, aynı gelenekten vs… gelen insanların, daha iyi anlaştığı fikri toplumumuzca kabul görülür. Filmde geçen “ayırt edici özellik” kavramı bu mesele üzerinden ele alınmıştır. Toplum, benzer yönleri çok olan, ortak menfaatleri kesişen ilişkileri yüceltir. Distopik dünya ile bizim dünyamız bu konuda benzeşiyor. Lanthimos, aşkı esas alan bir birlikteliği sadece David ile miyop olan kadına atfediyor. Final sahnesindeki bedel ödemede tam da bu aşkın belgesi oluyor. Yalnız insanlara gelirsek. Bizim dünyamızda yalnızlar hayvana dönüştürülmüyor ancak belli bir yaştan sonra toplum tarafından hoş bakılmıyor ve ötekileştiriliyor. Özellikle ataerkil toplumlarda kadınlar bu baskıya daha çok maruz kalıyorlar. Bunun sebebi de kadına yüklenilen annelik misyonu…The Lobster, distopik evrende geçen kara bir belleği, rahatsız edici portreleri ortaya koyarken bizim dünyamızla da kıyaslıyor ve benzer yönlerini vurguluyor…