BENİ AFFET HURİYE | Dilâra Caner
Kadın kahramanlardan bahsedilince, zihnimi yokladım ve taramaya başladım. Belleğimin derinliklerinden Huriye’yi bulup çıkardım. Onu bu kadar derinlere atmış olmanın suçluluğunu duydum sonra da. Bu yazı benim için Huriye’nin gönlünü alma yazısıdır da aynı zamanda. Şimdi hatırlatacağım size, önce filmi, sonra da Huriye’nin kim olduğunu. Senaryosunu Sadık Şendil’in yazdığı, Orhan Aksoy’un yönettiği, başrollerini Gülşen Bubikoğlu ve Tarık Akan’ın paylaştığı, 1975 yapımı bir film “Ah Nerede”. Bana kalırsa filmi de Huriye’yi de biliyorsunuz ama ben camın buğusunu silmek için özetleyeyim.
Filmde üç kardeş üniversite okumak için taşradan İstanbul’a gelirler. Ancak İstanbul’da her biri kendine okumak dışında başka meşgaleler edinir ve daha çok onlara zaman ayırır. Ferit (Tarık Akan) çapkınlık peşinde koşar, diğer iki kardeşten biri kendini kumara verir, diğeri ise örgütlü solcu olur. Bizim esas oğlanımız Ferit olduğu için hemen ona geçiyorum. Ferit sıkı çapkındır. Aynı anda üç kadınla birlikte olmayı ve bu ilişkiler yumağını idare etmeyi başarır. Ta ki Zehra’ya (Gülşen Bubikoğlu) gerçekten aşık olana kadar. Hayatına Zehra girdikten sonra diğer kadınların hiç birini arayıp sormaz ve nihayetinde foyası meydana çıkar. Vaziyet Zehra’nın kulağına gider ve Ferit terk edilir.
Ferit’in yaraladığı kadınlar örgütlenip Ferit’i cezalandırmak için intikam yemini içerler. Ve kumpas planlarlar (buraya bir soru işareti koyalım). Nihayetinde Ferit cezalandırılır, ağzının payını alır ama Zehra’yı deli gibi sevmektedir. Onu buna ikna edebilmek için bir binanın tepesine çıkar ve aşağıya atlayacağını haykırır, nitekim dediğini de yapar. Ama itfaiye çoktan gelmiş ve alta brandayı germiştir. Ferit ölmez. Zehra ikna olur, olay yerine intikal etmiş olan polis ekibinin komiseri düğüne davet edilir. Aşıkların sarılışı, komiserin “babacan” gülüşüyle film biter.
Eee? Huriye nerede? İnternetteki sinema sitelerinin genelinde bu filmin özetlerine baktığınızda Huriye’den bahsedildiğini pek göremezsiniz. Tam da şimdi ona yapılan bu haksızlığı affettireceğiz ve onun gönlünü alacağız. Huriye, Ferit’in kandırdığı iki kız kardeşin üst komşusudur ve bana göre filmin en önemli kadın karakterlerinden biridir. Soru işareti koyduğumuz noktaya gelirsek, bizim örgütlü kadınlar bu Ferit’i baygın bir şekilde Huriye’nin odasına sokarlar. Huriye’nin ağabeyi bunları basar. Ferit’i Huriye’yle evliliğe zorlar. İntikam yemini içmiş kadınlar da bu şekilde Ferit’i “cezalandırırlar.” Muhteşem kadın Adile Naşit’in oynadığı bu muhteşem kahraman Huriye’nin hikâyesi işte böyledir bu filmde. Ama aslında ötesi vardır. Huriye, orta yaşlı, kızıl saçlı, cesurca, yere bakmadan yürek yakan, kabına sığmayan ve hatta sığmayı reddeden, gözü kara, deli dolu bir kadındır. Yalnızlık canına tak etmiştir, tutkulu bir aşk istemektedir. Cinsel arzularını dizginlemekten yorulmuş, onları biriyle paylaşma arzusu içindedir. Bir de beli silahlı, kabadayı bir ağabeyi vardır. Huriye’nin namusunu korumayı kendine görev edinir, onu eve hapseder. Huriye evden dışarı çıkmamalı, eve zorunlu durumlar dışında (elektrik arızasının tamiri, evin ihtiyaçları vb. gibi) kesinlikle bir erkek girmemelidir. Huriye’nin eve pamuk atmaya gelen hallaçla olan sahnesinde başını eğreti bir şekilde bağladığını görürüz. Başındaki yazma ona ait değil gibidir sanki; nitekim sahnenin sonunda hallaçla meşke dalar ve yazmayı başından atıverir.
Huriye’nin sokakla olan ilişkisi hem ağabeyinin koyduğu içeride olma kuralına, hem kendisinin dışarıda olma isteğine karşılık gelen tek alan olan balkonla sınırlıdır. Balkonunu çiçeklerle süslemiş, ferah bir yaşam alanı haline getirmiştir. Balkonda beslediği kafesin içindeki kuş sanki Huriye’yi simgeler gibidir. Hem dışarıda hem içeride, kafeste. Filmin bir sahnesinde balkonda şarkı söyleyip, aşağıdan geçen elmacı, yoğurtçu, muhtarın oğlu ve bakkalın çırağıyla aynı anda flörtleşirken ağabeyine yakalanır, bunun üzerine evde bir kovalamaca başlar, ağabeyi Huriye’yi hem azarlar hem de ona şiddet uygular. Bu esnada alt katta oturan kızkardeşler Huriye’nin yine yakalanmış olduğunu kendi aralarında konuşurlar ve onlardan biri Huriye’yle ilgili “hiç uslu durmuyor ki” yorumunu yapar. Bunun üzerine kızkardeşler canhıraş evden kaçan Huriye’yi, ağabeyinin şerrinden korumak için eve alırlar. Daha sonrasında evde geçen diyalog şöyledir;
Kızkardeşlerden biri: Elinden bir kaza çıkacak ağabeyinin.
Huriye: N’apayım damızlık hindi gibi kafese soktu beni, pencereden baktırmıyor ayol. (İç çeker) Erkek yüzü göremiyorum.
Kızkardeşlerden diğeri: Evlenmeni istiyor senin.
Huriye: Bir yandan da horozdan kaçırıyor.
Bu diyalog çok çarpıcıdır aslında. Huriye’yi ağabeyinin elinden kurtaran kadınların aslında onu tam olarak anlamadıklarının ve ona destek vermediklerinin bir göstergesidir. Bir yandan vicdanları el vermediği için ona yardımcı olurken diğer yandan ona rahat durmasını, sabretmesini öğütlemektedirler. Kendileri doludizgin aşklar yaşarken Huriye’nin de onların duyduğu arzuları duyabileceği akıllarına bile gelmez. Çünkü o, geçkin, arzulamayacak, arzulanamayacak bir kadındır. Onlara göre Huriye sabırlı olmalı, uslu durmalı ve kaderine razı gelmelidir. Aslında bu filmde kızkardeşler toplumsal ahlaki kuralların dile gelmiş halidir. Toplumda da Huriye gibi kadınlar pek hoş karşılanmaz. Onun gibi aşkını coşkuyla, içinden geldiği gibi yaşayan, arzularını gizlemeyen aksine cesurca dile getiren kadınlar ya alay konusu olurlar ya da olumsuz eleştirilere, yaftalara maruz kalırlar. Çünkü onlar toplumun erkeğe verdiği rolü üstlenmiş yani “kovalayan” olmuşlardır. Bu yüzden erkeği “kafeslemek”, ele geçirmek isteyen kadınlar olarak görülürler. Bu davranışlar da “iyi aile kızı” modeline uyan davranışlar değildir. Bu model kendini sakınan, “kaçan” olmayı gerektirir.
Kızkardeşlerin öğütlerine geri dönersek, Huriye bunlara inatla ayak diretir. Ağabeyi, muhtemeldir ki onu kendi istediği “helal süt emmiş” biriyle evlendirmeyi amaçlamaktadır. Ama Huriye bu düzeni reddetmekte -hatta flörtlerinin çokluğundan anladığımız kadarıyla tek eşlilikte bile gönlü yoktur- gönlünce bir aşk yaşamak istemektedir hem de bütün heyecanıyla. Onun bu isteği “koca bulmaya”, toplumsal bir gerekliliği yerine getirmeye indirgenebilecek bir şey değildir. Yalnızlıktan sıkılmasının, erkeklerle flört etme özleminin yanı sıra dizginlemediği ve asla kimseden gizlemediği (ağabeyinden başka) cinsel arzuları vardır. Bu yönüyle kadının cinsel arzusunu bastıran düzene isyan etmektedir. Cinsel arzularını femme fatalle bir çerçeveye dahil olmadan safça, plansız, içinden geldiği gibi hayata geçirmeye yeltenen bir kadındır Huriye. Film boyunca söylediği şarkılarla da bize kendini neşeyle ve naif bir şekilde anlatır aslında. “Bir bakış baktın kalbimi yaktın.” “Ah gece gelme gündüz gel.” “Bir dalda iki kiraz.” “Coştum yine dalgalanıyorum.” “Karanfil oylum oylum geliyor selvi boylum” şarkıları Huriye’nin arz-ı halidir adeta. Sondaki şarkı boy tanımından tahmin edebileceğiniz üzere esas oğlanımız Ferit’e ithafendir.
Ferit’e düşman olan kadınların kumpaslarında Huriye’yi kullanmalarının nedeni Huriye’nin bir erkekle birlikte olma arzusuyla yanıp tutuşması ve ağabeyinin kıskanç, mafyöz biri oluşudur. Ferit Huriye’yi arzulamayacaktır, ağabey onları basınca ya Huriye’yle zorla evlenecektir ya da canını kurtarmak durumunda kalacaktır. Böylelikle Ferit’e çifte ceza uygulanmış olacaktır. Nitekim de kumpas işler. Huriye Ferit’le basılır, ağabeyi onları nikâh masasına oturtur. Ferit evlenmek istemediği için nikâhtan kaçar. Filmin bitimine yaklaşırken dikkati çeken bir şey daha vardır. Huriye’nin Ferit’i yakalamak için peşinden koştuğu sahnede söylediği, akıllara kazınan “Uçtu kuşum!”repliği. O sahnede bu cümle Adile Naşit’in hüzünlü, naif tavrıyla birleşince yüzlerimizde bir tebessüm oluşur. Komiklik olsun diye yazılan bir sözden ötesidir aslında. Huriye tıpkı sokağı ancak balkondan görebilen o kafesin içindeki kuş gibidir. Uçmak için uğraşan ama uçamayan. Ferit’i bırakmak istememiştir çünkü duygu ve arzuları onunla özgürleşecektir. Ferit, Huriye’nin kafesinden içeri giren, onu yalnızlıktan kurtaracak bir kuştur ve artık uçmuştur.
Huriye’nin son sahnesidir bu, film bitene kadar bir daha görmeyiz onu. Düşünmek isterim ki, bu görünmeyiş, onun arayışına ve mücadelesine/isyanına devam edeceğinin göstergesidir. Tüm baskı ve şiddete rağmen aşkı ve heyecanı aramaktan vazgeçmediğini hayal ederim. Çünkü Huriye hayata bağlıdır, arzularının peşinden gidecek cesareti ve baskıları göğüsleyecek neşesi vardır.
Huriye’yle tanıştığım zaman yaşımın ve hayata bakışımın toyluğundan olsa gerek, onun mücadelesini, geleneksel kurallara karşı gelişini, neşesini hiç kaybetmeden hayatla alay edişini anlamamıştım. Tam olarak ne düşündüğümü hatırlamıyorum ama sanırım onu filmin komedi unsuru olarak görüp yaptıklarıyla eğlenmiş hatta yer yer durumuna üzülmüştüm. Şimdi anlıyorum ki onu komik ya da acınası biri olarak yorumlamak bir resme uzaktan bakmak gibi. Detaylarını, inceliklerini, emeğini fark etmeyip onu bir kalıba sokmakla aynı şey. Şimdi artık Huriye’ye daha yakından bakıyorum ve renklerini, çizgilerini görebiliyorum. İşte tam da bu yüzden bu yazı benim için bir kadın kahramanı analiz etmeye çalışmaktan çok daha ötedir. Huriye’yi belleğimin diplerine atmamın bana yaşattığı suçluluk duygusunu hafifletmek, daha önce birçok kere filmi izlememe rağmen onu bu kadar iyi anlayamamaktan dolayı duyduğum pişmanlığın yükünden biraz olsun kurtulmaktır. Yazının başında da dediğim gibi bir gönül alma yazısıdır bu, bir özürdür. Yazıyı sonlandıracağım cümle Huriye’ye seslenişim olsun. Seni bu denli geç anlamanın pişmanlığı içindeyim. Beni Affet Huriye!